Meraba Güzel Kız

34 0 0
                                    

Dilim tutuldu.Ne demem gerekiyordu ki şimdi.Henry! kurtar beni dercesine gözüne baktım.

-evet tabii ki oturabilirsin

Henry bunu söyler söylemez içimde bir rahatlama oldu. Bunu söyleyerek dilimin açılması için yeterli zamanı kazandırmıştı bana.

-siz ikizler ne zamandır berabersiniz bakalım.

Cevap vermek için hazırım sanırım.

- doğduğumuz günden beri

- o kadar uzun olduğunu düşünmemiştim.

- bizde

Bu neydi şimdi! BİZDE

-Vee oyununuz çok eğlenceliydi. Uzun zamandır bu kadar zevkli bir maç izlememiştim.

-" en çok Neyi beğendin. " dedi Henry

- Jackson ın top yüksekten gelirken smaç için hazırlık yapıp fake vererek file önüne düşürmesi etkileyiciydi. Ama asıl vole pozisyonunda verdiği cok hızlı refleksif hareketler muhteşemdi. Dans ediyor gibiydi. Karşı takım oldukça zorlanıyorken onun zorlanmaması garipti.

Jackson mı dedi o? Oha! Tenisimi beğenmiş. Yok artık. O kız Tenisimi beğenmiş...

- hey bu arada adımı söylemedim. Ben Diana, Diana Cross

-Jackson, Jackson center

-Henry, Henry Grey

-Rebecca, Rebecca Run

Rebecca Starbucks taki kasiyerdi. Sık sık geldiğimiz için bizi Tanırdı. Çok eğlenceli ve hayat dolu bir kadındı. Kadın sayılmaz aslında daha 25 yaşında.

Rebeccaya dönerek hep beraber güldük. "işte herzamanki ikizler" diyerek bardakları masaya bıraktı.

"sizin lattenizi bu masaya mı getiriyim yoksa yerinize geçecek misiniz küçük hanim? "

Hemen ortaya atladım." bu masaya getirebilirsin Red!" ardından Rebecca bana gülümsedi ve göz kirparak gitti. Diana bana dönerek "biraz bekleyin diğer masada eşyalarım var" dedi ve onları getirmeye gitti.

-vay canına, bu masaya ha. Dedi ve kahkaha atarak gülümsedi Henry.

-ben ne yaptım be öyle. Dedim ve bende pişmiş kelle gibi sırıttım.

Elinde son model iPad le masamıza geldi. Sırt çantası tek Omzunda asılıydı. Boş sandalyeye onu koydu ve tableti masamıza koydu. Ekranı açıktı. Çaktırmadan baktım. "The New York Times" okuyordu.

-Bakabilir miyim?

-evet elbette

*Wall Street birkez daha Black Monday yaşamak istemiyor*

Black Monday borsa için özel bir gün sayılırdı. Neredeyse her pazartesi borsanın yeni açılmasından dolayı hızla değer kaybetmesi Pazartesiye bu lakabı taktırdı.

Sıkıcı, sıkıcı, sıkıcı... Politikacıların boy boy resimlerinin olduğu siyah beyaz sayfalar yığını...

-ne zamandır burdasın (aslında 5 gündür burda olduğunu biliyordum)

-5 gündür.

-nerde kalıyorsun peki

-Queens te bir otelde

-gezme fırsatın oldu mu?

-pek sayılmaz, okumaya geldim. Gezmek ikinci planda

-Nerden geldin buraya

-Avusturalya

"Heyy hiç kanguru gördün mü " diye söze atladı Henry

- evet çoğu kez. Siz gördünüz mü

İkimiz beraber" hayır "

- seni bir yere götürmek istiyorum. Dedim

-Nereye

-sürpriz önce kahvelerimizi içelim

Henry bana neresi der gibi bir bakış attı. Bende gözümü yukarı doğru kaydırdım. Henry'nin yüzünde sinsi bir gülümseme oluştu. Empire State. Oraya giriş kartımız vardı.

102. Kat manzarası gördüğünü hiç sanmıyordum. 381 metre yüksekten new York'u izletmek onu etkilememe yardimci olurdu.

Kahvelerimizi hızla bitirdik. Taksi çağırdık ve hızla Manhattan a doğru Yola çıktık.

-nereye gidiyoruz.

Ikimizde cevap vermedik ve hafifçe gülümsedik.

Şoför Manhattan a geçiş yapınca " 350 5th Ave" dedim. Bu Empire State binasının adresiydi.

Geldiğimizde taksiden indik. Hepimiz karşıya bakıyorduk. Yolun karşısında Empire State duruyordu. Karşıya geçtik. Binanın önünde duraksadık.

-burası neresi?

Hafifçe gülümsedim ve kafamı yukarı kaldırdım. Bunu yaptığımı görünce o da kafasını kaldırdı ve...

"Aman tanrım Empire State! "

-ikizler siz harikasınız!

Gülümsememek elde değildi. Girişteki merdivenleri çıktık . Görevliye giriş Kartlarımızı gösterdik ve Diana yı misafir olarak tanıttık ardından Güvenlik taramalarından geçtik. Express asansörün düğmesine bastım beklemeye başladık.

-giriş kartlarını nerden buldunuz?

"Babalarımız burda" dedim. Ardından Henry yandaki asansöre ilerleyerek "siz gidin ben birazdan gelirim. Büroda bişeyler unuttum." dedi ve asansöre bindi.

Express asansör gelmek üzereydi. 4...3...2...1...L... Kapı açıldı. İçerisi boştu. Parlak mermerden asansör tabanı ve duvarları parlıyordu. Diana hayret eder gibi baktı. Hızlıca içeri geçti. Bende arkasından yavaşça girdim içeri ve 102 numaraya bastım.

- vay canına 102 mi? süper!

Çocuk gibi eğleniyordu. Asansör hızla yukarı çıkıyordu. Ben birçok kez 102. Kata çıkmıştım ama bu Diana için garip bir deneyim olmalıydı.

Asansör yavaşladı ve durdu. Kapısı açıldı. Hava sıcaklığı bile yerdekinden farklıydı. Asansör çıkarken kulaklarım tıkanmıştı bile.

Diana asansörden hızla çıktı. Ardından ben çıktım ve kapı kapandı. Bugün pazartesi olduğundan burda sadece güvenlik görevlisi duruyordu. " Çatıya çıkıcaz" dedim ve görevli kafasıyla Çelik kapıyı işaret etti.

Kapıyı açtım ve ileri doğru zorla ittim. Diana kollarını açarak dışarı fırladı. Çok mutluydu. Bende çıktım ve kapıyı kapattım. Şaşkınlıkla etrafa bakıyordu ve bunun muhteşem olduğunu belirten cümleler kuruyordu.

Bense elimi cebime koymuş manzarayı ve elbette Dianayı izliyordum. Tellere yaklaştı ve parmaklarını telden geçirerek kafasını tele dayadı. Belliki New York onu da kendine bağlamıştı.

Saçları rüzgarda savrularak bana doğru yürüdü. Ve sarıldı. Başını göğsüme koydu ve "Bana hayalimdeki şeyi yaşattığın için teşekkür ederim Jackson"

Ne yapacağımı bilemedim. Tamamen felç olmuş gibiydim. Hareket edemiyordum. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyordu. Aşk bu muydu. Sadece kalbin hızlı atması ve hareket etmemi engelleyen bir sarılma. Saçlarının kokusunu rüzgarda içime çekmek miydi. Gördüğüm ilk günden beri takip etmek miydi. Dilinin tutulması mı?

İkizlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin