"what a wonderful world, dreams..." elimi telefonun üstünde rasgele yerlere basarak alarmı kapatmaya çalıştım. Gözümü ovarak yataktan kalktığım gibi kendimi banyoya attım. Vay canına kış hızlı bitmiş gibiydi, hava çok sıcaktı. Yüzüme buz gibi suyu serptim ancak kendime geldim. Bu sefer zamanında kalkabilmiştim. Dün oldukça hareketli geçmişti. Diana'ya Times meydanını gösterdiğimiz iyi olmuştu, cok etkilendi ve sanırım bunu çok istiyordu. The New York Palace'ta alkol almıştık, Diana beni şaşırttı. Viskiden anladığını bilmiyordum. Favorim Chivas Regaldi ama Diana Ballantines denemem için beni zorlamıştı. Iyiki zorlamış, daha önce Ballantines denememiştim doğrusu harikaydı. Bende ona zorla Chivas Regal denettim, o da Chivas'ı fazlasıyla sevmişti. Henry de yanımızda bira içmişti. Bünyesi asla viskiyi kaldıramadı. O güzel Pazar günü ardından okula gitmek ironikti. Öte yandan Diana'yı görecektim ve eğer ayarlayabilirse bizim grubumuza katılacaktı. üstüme bişeyler giymek için odama gittim. Dolabımın önünde Jupiter yatıyordu. "Uykucu şey" diye söylenerek dolaptan elime gelen ilk şeyleri aldım. Üstümü giyindikten sonra terasa çıktım. Central Parktan yayılan o enerji bütün şehri sarıyordu sanki. New York denilen beton yığınının kalbi yeşildi. Güneş binaların arasından yükseliyordu. Aşağıda taksiler trafiği ele geçirmişti bile ve korna seslerinin en üst kata gelmemesi çok iyi bişeydi. Bu sefer evden daha erken çıkıp Central Parktan herkesin yaptığı gibi yavaş yavaş, dinlenerek geçmeye karar verdim. Ayakkabılarımı giydim ve evin kapısını kitleyip asansörün düğmesine bastım. Evin kapısını kitlemeye hiç alışkın değildim. Babam genellikle benden sonra çıkardı, Black Monday hariç... güvenlikte bugün Paul vardı. Paul birkaç senedir bazı günlerde güvenlik olarak çalışırdı, 25 yaşında yakışıklı, uzun boylu ve esmerdi. Selam verip binadan çıktım. Neyseki kırmızı ışık yanıyordu, duraksamadan karşıya geçtim ve Central Park beni hemen kucakladı. Etraf spor yapan, köpeğini gezdiren ve çimlere uzanmış şekerleme yapan insanlarla doluydu. Kulaklığımı takmayı düşündüm ama ne gerek vardı ki? Baharın gelmesiyle kuşların sesi kesilmez olmuştu. Sonsuz bir melodiyle insanlara eşlik ediyorlardı. Çimlerde yürümek kadar zevk veren birşey yoktu sanırım. Telefonuma bildirim gelmişti ama bakmak istemiyordum. Birkez daha, Birkez daha... Dayanamadım ve telefonumu cebimden çıkardım. Ekranı açtığımda tanımadığım bir numaradan birçok mesaj geldiğini gördüm. Mesajları okumaya başladım. -Meraba kıvırcık. -Sanırım numarayı bilmiyorsun ben Diana Cross. -eğer okula erken gelirsen sana sormak istediğim bir şey var. Diana mesaj atmış, Yuppie! Yine Central Parktan yürüyerek geçme planlarım suya düştü ve koşmaya başladım. Çimlerin üzerinde etrafa gülücük saçarak koşuyordum, insanlar bana bakmıyorlardı. Hergün burda koşmama alışkındılar. Okulun girişinde Diana'yı görünce çok sevindim. Elinde plastik bir çantayla merdivenlere oturmuştu ve çantanın içiyle ilgileniyor gibiydi. Geldiğimi görünce çantayı yere bırakıp ayağa kalktı. Hızla gelip yanına oturdum. Oda yanıma oturup çantayı kucağına aldı ve kapağını açtı. İçinde kahverengi, sevimli bir köpek uyuyordu. Diana dudağını ısırarak bana döndü ve "Yeni Aldım ama ilk köpeğim yani ne yapacağımı bilmiyorum belki sen..." salak gibi sözünü bitirmesini beklemeden "yardım ederim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkizler
RandomGenç tenisçiler Jackson ve Henry Namı diğer "ikizler" bugüne kadar yaşadıkları en olağanüstü duyguları hissedecekler. New York sokaklarında yankılanan aşk ve dostluk romanı. İkizler... ♊