Kapıdan çıkıp bizi beklemesi için durdurduğum taksiye bindik ve Yola çıktık. Diana harika olmuştu. Üstündeki her detay " Heyy bana bakın ben burdayım" diye bağırıyordu ama sadelikten ödün vermemişti. Yüzü ne bembeyaz ne de normal rengindeydi. Dudaklarında kusursuzca sürülmüş kırmızı Ruj ve gözlerindeki muhteşem eyeliner dışında bir makyaj göremiyordum. Saçları da tıpkı Game of Thrones taki khaleesi gibiydi hatta daha da iyisi. Partinin olduğu yere doğru git gide yaklaşıyorduk. Artık New York City nin merkezindeydik. Her yanımız gökdelen doluydu. Chrysler Tower hemen kendini belli ediyordu. Taksi önünde durdu ve vale kapıyı açtı. Önce ben indim sonra da inmesi için bir centilmen gibi elini tuttum.
İçeriye doğru kol kola yürüdük. Chrysler tower da Balo Salonu'na giden özel bir asansör vardı. Ona bindik ve yukarı çıkmaya başladık. Asansör durdu ve kapısı açıldı. İçerden klasik müzik sesi geliyordu. Kolumda Diana'yla salona inen merdivenlere yürüdüm. Merdivenin başına geldiğimizde duraksadık ve salona baktık. İnmeden önce Henry nin nerde olduğunu görmek istiyordum. Etrafa bakındım ama onu göremedim. Merdivenden iniyorduk. Çoğu kişinin dikkatini çekmiştik. İlk kes takım elbise giymenin zorluğuyla iniyordum. Aşağı indik ve şef giriş için adımızı sordu.
-Adınız bay ve bayan?
-Bay Jackson Center ve bayan Diana Cross
-Sizin için bir masamız var lütfen benimde gelin.
Diyerek önümüzde yürümeye başladı. Parti şuan için çok sakin görünüyordu ama neler olacağını herkes biliyordu. Klasik müzik hızlanacak ve kendini House müziğe bırakacaktı. Ama önceee...
-Bu güzel okulun güzel öğrencileri, oyların kime gideceğini herkes biliyor zaten. O yüzden bu binayı yıkmadan önce Son bir dans... Lütfen.
Sözü bitince hafif hafif keman sesi yükseldi ve Sherlock dizisinden alışık olduğum "Irene's Theme" melodisi geldi. Diana göz altından bana bakıyordu bu demek oluyor ki dansa kalkmak istiyordu. Birçok çift pistte dans ediyordu. Cesaretimi topladım ve ayağa kalkıp Diana ya elimi uzatarak
-Bu dansı bana lütfeder misiniz hanımefendi.... Dedim.
-Tabii ki bayım.
Dedi kinayeli bir şekilde ve elimi tuttu. Teni yumuşaktı. Öjelerinin özenle sürüldüğü belliydi. Kendisi sürmeyecek kadar düzgündü. Ya kuaför salonuna gitmişti yada buraya beraber geldiği bi arkadaşı vardı.
Henry neredeydi acaba. Masamızda oturmuş onu bekliyorduk ama ortalıkta yoktu.
-Henry'yi aramalıyım
Diyip masadan kalktım ve terasa doğru yürüdüm. Endişeliydim ama duygularımı belli etmemek konusunda üstüme yoktu. Sakince terasa çıktım. Hemen telefona sarıldım. Telefon çalıyordu. Ama açan yoktu.
Terasta durmuş Empire State binasına bakıyordum. Bu manzaraya bayılıyordum. Küçükken babamın beni buraya getirdiğini hatırlıyordum. Parmağıyla Empire State binasını gösterip "işte iki gün sonra bu saatte baban orda çalışıcak" derdi.
+Burda ne yapıyorsun.
İrkilmiştim.
-Geldiğini duymadım.
+Soruma da cevap vermedin.
-Görüyorum.
+Neyi?
-Görmüyor musun?
+Sanırım ikimiz aynı yere bakmıyoruz.
-Bakıyoruz ama sen görmüyorsun. Bu beton yığını sadece gökyüzünü aydınlatan koca bir fener değil. Görebilirsen içini de aydınlatabilir.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkizler
РазноеGenç tenisçiler Jackson ve Henry Namı diğer "ikizler" bugüne kadar yaşadıkları en olağanüstü duyguları hissedecekler. New York sokaklarında yankılanan aşk ve dostluk romanı. İkizler... ♊