Kita, evin yanından ayrılıp ormana doğru yürümeye devam etti. Ormanın yakınlarında, yeni yapılmış bir kulübe vardı. Burası tuvaletti. Orta Kavalyada hiçbir haum, tuvaletlerini evin içine inşa etmezdi. Kasabalarda, halka açık büyük tuvaletler olur, kasaba halkı sıkışınca bu tuvaletleri kullanırdı.
Kita, her gün tuvalet ihtiyacı için, ormanın yakınındaki kulübeye yürümek zorundaydı. Kulübenin içinde, sadece bir çukur vardı. Çukurun yanında ise, önceden kesilip konulmuş, ıslak mendil vazifesi gören çamur yaprakları vardı. Çamur yaprakları, hemen hemen her yerde bulunurdu.Maroy, her gün tuvalete giden kişinin temizlene bilmesi için çamur yaprağı keserek, kulübenin içine koyardı.
Kita, tuvaletini yapıp, temizlendikten sonra tekrar konağa yöneldi. Okulun başlamasına az kalmıştı. Adımlarını giderek hızlandırdı. Evin etrafından dolaşarak, kapıya kadar geldi. Kapı açıktı, Abisi Mayor, içerdeki sandalyesinde kestiriyordu. Kita, salona girdikten sonra abisini uyandırmamak için yavaş adımlarla merdivenden çıkmaya başladı. Ama Mayor'un uykusu hafif idi. Mayor, uyanarak, arkasını dönmeden:
-Çii Okulu Giriş Sınavlarına çalışıyor musun Kita? Kita yutkunarak:
-Evet, ağabey çalışıyorum, dedi. Kita, Hâlbuki yalan söylüyordu. Zamanın çoğunu, kılıç talimi yaparak geçiriyordu.
-Güzeell! Dedi Mayor. Ardından:
-Umarım sende benim gibi bir, Çii Ustası olursun. Kita, kafasını aşağı eğerek, bir şey söylemeden odasına çıktı. Çii Okulu Giriş Sınavları, on gün sonraydı. Kita, Çii Ustası olmak istemiyordu. Bu yüzden sınava girmeyecekti.
Kita, Çii Ustası olmak yerine, ordu muhafızlarından olmak istiyordu. Bunun için gizlice giriş sınavına girecekti. Bu sınavlar, hiç güvenli değildi. Muhafız adayı, iri ve güçlü zincirlenmiş yorik yaratıklarını, uzun ve çok keskin bir kılıçla öldürmeye çalışırdı. Yaratık, ne kadar zincirlenmiş olsa da bunu yapmak çok tehlikeliydi. Pek çok zaman yaralananlar olurdu.
Mayor, kardeşinin bu tehlikeli talimi yapacağını duysa bir hafta konaktan çıkmasına izin vermezdi. Sınavlar tatil günüydü. Kita, bu yüzden tatil günü şehre gitmek için bin bir türlü yalan uydurmuştu. Bu onun için hayatının sınavıydı.
Kita, merdivenlerden odasına çıktı. Masanın üzerindeki 'Çii Eşyaları nasıl kullanılır' adlı kitabı ve yazı yazmak için kullanılan parşömeni aldı.
Pencereden dışarıya baktı. Nehrin, üstünde büyükçe bir taşıma kanosu vardı. Kano, yamacın içerisindeki mağaralara giriyordu. Kita içinden, 'çabuk olursam ikinci sefere yetişebilirim.' diye düşündü.
Kita, odadan çıktı. Koridorun sonundaki merdivenlerden, aşağıya indi.
Aşağıya indiğinde Maroy, konağın kapısının, hemen dışındaki eşikte, ayakkabılarını giyiyordu. Merdivenden inen Kita'yı görünce:
-Ben gölde deniz mahsulü avlamaya gidiyorum. Bakarsın bugün iri bir porrulla yakalarım. Kita, suratını astı. Çünkü porullayı hiç sevmezdi.
Porullalar, yılansı görünümüyle tıpkı çonatlara benzerdi. Koyu gri rengindeydi ve vücudunun her yerinde, ilkel gözler vardı. Kita, böylesine iğrenç bir yemeği, zar zor yiyebiliyordu. Çoğu zaman, yemeği gizlice, evcil bir yorik köpeği olan, Jokiv'e veriyordu. Ağabey' i Mayor ise onun bu kadar çok porulla yediğini görünce, Kita'nın porullayı çok sevdiği izlenimine kapılmıştı.
Maroy, kapının yanında uyuyan Jokiv'e bakarak:
-Köpeği besledin mi Kita? Diye sordu. Kita gözlerini kaçırarak:
-Şimdi beslerim ağabey. Maroy yüksek sesle:
-Çabuk ol! Okula geç kalacaksın. Kanoya dikkatlice bin, sakın göle düşüp, ıslanma!'' Diye uyarıda bulundu ve ardından sırtındaki oltayla, gölün yanındaki kazığa bağlı kanosuna doğru, yürümeye başladı.
Eskiden, kano limanın malı olduğu için Maroy, limana kadar yürümek zorundaydı, üstüne üstlük liman müdürlüğüne, kanoyu kullandığı için kiralama ücreti veriyordu. Zar zor para biriktirerek bir önceki Çonat Yılında kanoyu, liman müdürlüğünden satın alıp, konağın yakınındaki kıyıya bağlamıştı.
Kita, sandalyenin arkasındaki Cagi Ağacından yapılma sandığı açtı. İçinde çok sayıda yumruk büyüklüğünde, korsus kristali buzu vardı. Bu buz gökyüzünün en üstlerindeki bulutlardan yapılıyordu ve sadece bir tanesi, on beş goni fiyatındaydı. Buzlar, sandığın içindeki yiyecekleri, hem soğuk ve taze tutuyor, hem de yüzlerce gün erimiyordu.
Kasabaya, buzcu, yalnız kış zamanı gelirdi. Bu yüzden Maroy, çok fazla erimesin diye, yiyecek sandığını fırının uzağına, ışık almayan bir yere koymuştu.