Kita, sandığın dibinden bir çonat çıkardı.
Çonatlar, yemek olarak tüketilmezdi. Tüketilmesi, çoğunlukla hastalık yapardı. Yoriklerin, bu hastalığa karşı bağışıklıkları vardı. Bu yüzden çonatlar, evcil hayvanlara verilir ya da olta yemi olarak kullanılırdı.
Kita, sandığın ağzını sıkıca kapattıktan sonra bir elinde defter, kitap diğer elinde ise çonatla kapıya yöneldi.
Jokiv, kapının yanındaki taşın üstünde oturarak, Mayor'un kanoya doğru gidişini seyrediyordu.
Kita, kapıyı kapatarak Jokiv'in yanına yaklaştı. Jokiv, Tita'nın yanına geldiğini fark edince usulca Kita'ya baktı. Kita'nın elindeki çonat'ı fark edince hemen oturduğu yerden kalktı. Üç pofuduk kuyruğunu da havaya kaldırdı. Ardından ağzını açarak, üç kocaman gözüyle Kita'nın yüzüne adeta yalvararak baktı. Ağzınki mavi benekli mor dili, ağzından aşağıya sarkarak salyalar akıtıyordu. Kita, elindeki çonatı havaya atarak:
-Al yakala! Diye bağırdı. Jokiv, çonatı henüz yere düşmeden yakalıyı verdi. Ardından, iştahla mideye indirdi.
Kita, gökyüzüne baktı. Aya ufuktan, baya yükselmişti. Hemen yola koyuldu. Konakladıkları evin bulunduğu tepeden indikten sonra sağ taraftaki inşaat malzemelerine bakındı. İki deste Cagi Ağacı kalası çok sayıda kırmızı kos taşı vardı.
Bunlar, arkadaşlarıyla vakit geçirmek için planladığı, kulübenin malzemeleriydi.
Kita, bundan üç gün önce arkadaşlarına, birlikte vakit geçireceği kulübenin projesini anlattı. Ardından, Oio Kasabası Marangozuna çok sayıda güzel ahşap ve kalaslar geldiğini, bir an önce tükenmeden alınması gerektiğini söyledi. O zamana kadar, herkes kumbarasında biraz para yığmıştı. Kita, biraz tembel olmasına karşın çok dürüstü ve arkadaşlarının ona güveni tamdı. Bu sebepten toplanan paraları ona teslim ettiler.
Kita, takurayla birlikte, Limandaki kasabaya gitti. Takurayı, Şehrin merkezindeki marangoz atölyesinin önüne park ettikten sonra dükkâna girdi. İçeride Marangoz Loressın'la sıkı bir pazarlık etti ve inşaat malzemelerini iyi bir fiyata aldı ve malzemeleri, takuraya yükledi.
Kita, Uzun süren yolculuğun ardından, malzemeleri konağın üzerinde bulunduğu tepenin yanındaki düzlüğe bıraktı. Hava iyice kararmıştı. Takurayı konağın yanına kadar çıkararak, konağın duvarına park etti. Kita, yorgun bir halde konağa girdi sonra üst katta ki odasına girip, uykuya daldı.
Kita, tepenin altındaki düzlüğü geçtikten sonra gözlerini, epey bir ilerideki, mermer köprüye dikti. Köprü, yedi metre genişliğindeydi ve altmış metre uzunluğundaydı. Köprünün altında, gölün körfez gibi olan kısmı vardı. Kita, bazen buraya gelir, köprünün üstünden oltayla göldeki deniz mahsullerini avlamaya çalışırdı.
Kita, köprüyü geçip beş altı dakika yürüdükten sonra Oio Liman kasabasına yaklaştı. Kasabada irili ufaklı ev vardı. Bazı evler ahşaptan bazıları taştan, bazıları ise gubu mantarından yapılmıştı.
Kita, kasabanın meydanına doğru bir müddet yürüdükten sonra, gözünü sol taraftaki, gölün hemen kenarında yükselen mâlikhaneye dikti.
Mâlikhane, dört katlıydı ve geniş bir alana koyulmuştu. Mâlikhane mermerimsi kos taşından yapılmıştı. Duvarları ise tamamen sarıya boyanmıştı. Mâlikhanenin bir de avlusu vardı. Malikhaneye gitmek isteyen bir kişi önce bu avludan geçmek zorundaydı. Avlunun büyük kocaman çift kapısı vardı. Kapı bakır gümüş alaşımıydı. Kapının üstüne kazılmış olarak, 'Leam Ailesi' yazıyordu.
Kita, kapının tokmağını vurarak çalmaya başladı. Biraz bekledikten sonra kapıyı, avluda uzamış Jot Yapraklarını kesen Bahçıvan Ogros açtı. Kita'yı uzun bir müddet sonra:
-Buyurun Sayın Kita Gorminçov, Efendi Jiam'ı mı aradınız yoksa? Dedi. Kita, mâlikhanedeki hizmet görevlilerinin, kendilerinden yaşça küçük kişilere sayın diye hitap etmesini doğru bulmazdı. Kita kaşlarını büzüştürerek:
-Hayır, ben Jorika'ya bakmıştım. Acaba kendisi içeride mi? Diye sordu. Bahçıvan yüzünü üzgün bir hale sokarak:
-Maalesef Efendi Jorika, bu sabah erkenden büyük abisi efendi Hursak'la kasaba kütüphanesine gittiler. Kütüphaneden çıktıktan sonra herhalde okula gitmiştir. Tita, gülümsermiş gibi yapmaya çalışarak:
-Teşekkür ederim efendim, kolay gelsin, dedi ve avlunun kapısından ayrılıp kasabanın meydanına vardı.
Meydanın ortasında, tıpkı Bra Kasabasındaki gibi bir heykel vardı. Heykelin adı 'Zamanın Yükselişi' idi. Heykelde üç kraliyet muhafızı büyükçe bir saati sırtlıyordu. Saat tıpkı Kita' nın odasındaki gibi toz saatiydi. Heykel, aydı zamanda meydan saati görevi görmekteydi.
Kita, heykelsaatin yanında geçerek, meydanın sağındaki lambacıya yöneldi. İçeriye girmeden vitrindeki lambalara baktı. Vitrinde her çeşitten çok sayıda lamba vardı. İçeride ise kafes görünümünde ışık böceği lambası vardı. Kita ışık böceklerinin hapsedilerek böyle bir amaç için kullanılmasını hiç hoş bulmazdı. Bu yüzden abisinden, lav lambası veya parlak sümbül lambası almasını isterdi.
Kita, lambacıyı geçtikten sonra sağ tarafta görünen limana doğru ilerledi. Limanda çok sayıda, haumların yanı sıra lobita, Itranak, Hobikarnak ırklarından varlıklar vardı. Bir kısmı Batı ve Güney Kanavyadan bir kısmı Kavalya okyanusundaki adalardan geliyordu. Liman, Gubu Mantarından yapılmış kubbe biçimindeki evlerden oluşuyordu. Evler üç adetti ve gölün kenarına paralel olarak yapılmıştı. Ortadaki Liman evi diğer ikisinin iki katıydı. Burada liman müdürü kalıyordu. Diğer iki evde ise, kano sürücüleri ve liman görevlileri yaşıyordu. Evler göle kadar uzanan iskelenin üzerine kuruluydu. İskeleye, çok sayıda kano bağlıydı.
Kita, oldukça yoğun ve kalabalık olan liman yolundan ilerleyerek limana varı. Sağ tarafında, liman müdürlüğü evi vardı. Aniden evin kapısı açılarak içeriden iri bir genç lobito çıktı.