Eren oturduğu banktan rahatsızca kıpırdanarak gözlerini denizin gökyüzüne karıştığı ufuk çizgisinde tutuyordu hala. Su berrak ve masmaviydi. Sonbaharın serinliği üzerine doğru eserken ceketine daha sıkı sarıldı. Canlı bir yeşil rengiydi üstünde ki ceket. Levi'ın dudaklarından yeşilin kendisine yakıştığını duyduğunda alışverişe çıkıp almıştı onu. Kendi düşüncelerindeki şapşallığa buruk buruk gülümserken gözlerini tekrar uzun süre ayıramadığı denize çevirdi.
Bakmaktan vazgeçemiyordu çünkü onun gözlerine çok benziyordu. Karşısında asla göremeyeceğini bildiği, aklını nerede olursa olsun esir almayı başaran o gözlere... Acaba hayallerindeki gibi okyanusu görme şansları olacak mıydı hiç? Ona bu güzelliği göstermeyi ne kadar çok istediğini düşündü içten içe.
Soğuktu.
Üşüyordu.
Eğer şu anda yanında oturuyor olsaydı ve denize değil de ona gerçekten bakabilseydi, yine bu kadar üşür müydü? Kendi kendini cevapladı Eren içinden.
Üşümezdim.
Biliyordu, onun gözleri donuk baksa da kendine değdiği anda içini ısıtabilirdi. Düşüncelerinin ulaşılmazlığı ile hüsranla derin bir iç çekti. Ardından zihni onu son gördüğü anlara doğru kaydı. Levi, sanki kanatları varmışçasına süzülüyordu havada. Bir kuştan bile hızlı olduğuna kesinlikle emindi Eren. Ufak çaplı bir rüzgar oluşturabilecek şiddette havalanmış ama bir tüy kadar hafif bir dokunuş gibi görünse de demiri kesebilecek güçlükte kılıcını savurmuştu, açık ağızla kendisine budalaca bakan titana ve onu tuzla buz ederek, buhara karıştırarak yok etmişti.
An meselesiydi ki, o titan çeviklikle hareket ederek bir gökdelenden bile uzun olan kolunu ona doğru savurup Levi'ın yanında küçücük görünen bedenini gözle görünemeyecek parçalara ayırması. Levi sonsuza kadar silinip giderdi. Kendi dünyasında var olmadığı için sanki hiç var olmamış gibi yok olurdu. Zihinlerde bile yaşayamaz, kalplere hiç girmemiş gibi unutulurdu.
Düşüncelerinin korkunçluğu ile dehşetle elini yüreğine götürerek göğsünü avuçlamaya çalıştı. Korkunç bir feryat dilinin ucuna çöreklenip kalmıştı. Levi yok olamazdı. Olmazdı değil mi? Dünyasında olmasa da yüreğinde yaşıyordu sonuçta. Hissedemese de ona dokunabiliyordu zihninde. Ve şimdi hatırlayamasa da o eşsiz kokusunu duyumsamıştı rüyalarında. O orada yaşıyordu sonuçta. O gerçekten yaşıyordu değil mi?
Çaresizliği kaosa dönüşmüş ruhunun azabı gözlerinden dökülen yaşlara karışmıştı. Onun sadece zihninin bir oyunu olduğu gerçekliğini içten içe bilmesi nasıl bir acıydı. Onu nasıl böylesine sevdiğine şaşırırken, sevdiği insanın asla yanında olmayacağını ve onun aslında hiç olmadığını idrak etmesi...
Eren daha fazla düşünmek dahi istemiyordu. Hıçkırıkları arasında kesik kesik nefesler alıyor, gördüğü maviliği aklında onun gözleri ile bütünleştirip geri kalan tüm gerçeklikten kaçmaya çalışıyordu.
Parmak uçlarını bile hissetmeyecek derece de soğukla bütünleşmiş haldeyken aniden cebinden gelen melodi sesi ile oturduğu yerde zıpladı.
"Alo?"
"Eren! Bugün derse gelmedin, seni merak ettim." Mikasa'nın endişesi adeta elle tutulabilecek kadar sesinden okunuyordu.
"İyiyim Mikasa, bugün Hanji-san ile bir görüşmem var. Bu yüzden derse gelmedim." Yalan söylüyordu. Yine deniz kenarına geldiğini ona söylerse Mikasa'nın bu soğukta burada durmasının tamamen bir çılgınlık olduğunu söyleyecek ve bu sadece henüz ilk cümlesi olacaktı. Onun uzun süren azarlamalarını dinleyebilecek bir durumda değildi şu an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Göçü (Riren & Ereri)
FanfictionEren Jaeger ailesini küçük yaşta kaybetmiş, tek başına yaşayan bir üniversite öğrencisidir. On yaşındayken görmeye başladığı rüyalar büyüdükçe hayatını daha çok işgal etmeye başladığında artık yaşananların üstesinden gelmek için çok geçtir. Çünkü f...