25. Bölüm

484 24 4
                                    

Ferhat' ın hiçbir şey öğrenmemesi gerekiyor.

Tuna bile bu denli sinirlenip Melih' in suratını tanınmayacak hale getirdiyse Ferhat öldürürdü. Bunu yapar. Biliyorum.

Ferhat, Melih benimle mesafeli konuşma yapınca bile günlerce sinirden köpüren biri. Melih' in kolumu tuttuğunu dahi duysa Ferhat' ın deliye döneceğini biliyordum. O yüzden şimdi uyumalı ve yarına bir şey yokmuş gibi okuluma gitmeliydim.

Hani derler ya 'Beni öldürmeyen güçlendirir.' diye, güçlenmek zorundayım, güçlü durmak zorundayım. Kendim için, Ferhat için, Tuna'nın benim yüzümden yaşadıkları için...

Acıysa, geçicidir. Kollarımın morlukları, boğazımın ağırması bir gün acı çektirir, iki gün acı çektirir, belki üç, belki dört.. Elbet geçer yani. Fakat geçici olmayan onu atlatamazsam bana bırakacakları.

İşte bu yüzden de bunu unutmalı ve yarın okuluma gitmeliydim. Ferhat'a sarılmalı ve bir daha onun sözünden çıkmamalıydım. Tuna'yı görmeli ve...teşekkür etmeliydim. Eğer o olmasaydı neler olabileceğini tahmin bile edemiyordum.

Ahh, Uyumam gerekiyor.

-----

Okula vaktinde gitmiştim. Kapısından içeri girdiğimde eskisi kadar kötü olmadığımı hatta daha da dirençli olduğumu anlamıştım. Belki de büyüyordum.

Yavaşça yürüyerek sınıfa ulaşmıştım. Ders başlamak üzereydi zaten.

--

Ilk teneffüslerimi müzik dinleyerek geçirmiştim. Öğle teneffüsü çalınca yine kulaklığımı kulağıma takıyordum ki Ferhat geldi sınıfa.

Yanıma oturup gülümseyerek "Dün beni ara demiştim Aslı neden aramadın?"

"Hmm şey.. eve gittiğimde yorgunluktan hemen uyumuşum."

"Aslı, bana her şeyi söyle. Lütfen. Bana ne olursa olsun haber ver."

Benim ondan sakladığımı biliyor da mı böyle konuşuyordu acaba?

Yarama tuz basan kelimeleri ona karşı savunmasızlaştırmıştı beni. Çünkü haklıydı. Bir kere olsun onun sözünü dinleseydim ya da sözüne uysaydım belki de, en azından dünkü yaşananların hiçbiri yaşanmayacaktı.

"Gel, bahçede gezelim biraz."

"Olur."

Yavaş yavaş bahçeye çıkmıştık. Sohbet ediyorken bahçede karşımızdaki bankta yanındaki basket takımından çocukları dinleyen Tuna' yı görmüştüm.

Burnunun altı kabuk tutmuş ve morarmıştı. Dudağının kenarıysa şişmiş, kızarmıştı. Ferhat' la bilmem kaç kere bahçeyi turlamıştık. Bir konu açıyordu ve konuşuyorduk işte.

Son turumuzu atıyorken sürekli göz ucuyla izlediğim Tuna' ya dikkatle bakmıştım.

O mükemmel yüzünde benim yüzümden oluşan yaralarıyla çocukların yaptığı esprilere hafiften gülmeye çalışıyordu. Bazen acısından eliyle yarasına dokunuyordu. Belki de bana masaj yaparcasına dokunan parmakları ona da ilaç gibi geliyordur.

Ağrıma gidense Tuna her anında, mutluyken de umursamazken de, iyi olduğunda da kötü olduğunda da gülen biriydi.

Yani hiç olmadı karşısındakini sinir etmek için gülerdi, mesela beni ettiği gibi. Ama dünden beri onu pek güler görmemiştim. Üzgün duruyordu. Neden? Benim yüzümden mi?

"Nereye bakıyorsun sen?"

Ferhat' a döndüğümde benim baktığım yöne, yani Tuna'nın olduğu tarafa bakmaya başlamıştı.

Aslına BakarsanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin