Boynumda ki kolye parlamaya başladı. Yanımda duran arkadaşlarıma baktım. Farketmemiş gibiydiler Gümüş renginde bir parıltıydı. 5 saniye sonra tekrar eski haline döndü. Neler oluyor diye Martin’in ve Michael’ın olduğu yere baktım. Asıl planımız 2 sis ve 1 ses bombası patlatmaktı ama 1 tane de el bombası patlamıştı. Ben bombaların kulaklarımdaki çınlamasının geçmesini beklerken bizimkiler ateş etmeye başlamıştı bile. Kendime geldim ve hareket eden her şeye ateş etmeye başladım. 3. şarjörü takarken James bağırdı.
"Ateşi kesin !"
Herkes birbirine baktıktan sonra etraftaki toz bulutunun geçmesini bekledik. James’in işaretiyle kutuların arkasından çıkıp grubun takıldığı yere doğru dikkatlice yürüdük. Fakat göze çarpan bir şey vardı. Michael ağlıyordu.
"Martin. Martin ne olur kalk."
Hemen yanına koştuk. Gözüm ilk Martin’in yüzüne kaydı. En az 4. derecede yanmış ve çukurlar oluşmuş bir yüz... Rüyam. Martin’in yüzü rüyam da gördüğüm yüze çok benziyordu. Silah elimden düştü ve geri geri yürümeye başladım. Arkamı döndüm ve midemde ne varsa çıkardım. Leo koşarak yanıma geldi.
"İyi misin ?"
"Leo lütfen bana o kişinin Martin olduğunu söyleme."
Leo kederli bir ifadeyle yüzüme baktı. Arkadan birinin daha kustuğunu duydum.
"Lütfen kalk dostum lütfen."
Dizlerimin üzerine çöktüm. Martin. Paramız için yardım eden Martin ölmüştü. Nasıl geleceği görebiliyordum. Nasıl hissedebiliyordum. Bunlar nasıl oluyordu bilmiyordum. Leo’nun, James’in, Bruce’un ve bir çok arkadaşımın da nasıl öldüğünü görecekmiydim ? Yere bir yumruk attım. Sinirli bir şekilde ayağa kalktım. Grubun olduğu yere geldim. En az 15 ceset yerdeydi. Üstlerine basmamaya çalışarak masanın üstünde duran çantayı aldım. Biraz uğraştıktan sonra açtım ve bütün paranın içinde olduğunu gördüm. Sevinmek ve üzülmek arasında kalmıştım. Çantayı kapatıp Martin’in yanına koştum. Michael ağlıyordu. James yanında Martin’in yüzünü inceliyordu.
"Nasıl oldu ?" dedim.
Michael ağlamaktan zor konuşuyordu. "Kolonun arkasına geldiğimizde Martin bana bir kolon arkaya gitmemi söyledi. Sis ve ses bombalarını benim atmamı istedi. Sen ne yapacaksın dediğimde benim görülecek bir hesabım var dedi. Arka kolona giderken yerde bir tahtaya çarptım. Biri bizi fark etti. Ben hemen bombaları çıkarıp atmaya başladım ama Martin’in aceleyle bir şeyle uğraştığını gördüm. El bombasının pimini çekmiş bekliyordu. Yüzünde içten bir gülümseme vardı. Sonra..." dedi ve Martin’i gösterdi.
Martin’in yüzüne bakmamaya çalıştım. Tekrar kusmak istemiyordum. James yanıma geldi.
"Ölmüş. Ölmemiş olsa bile ölmek için dua ederdi." dedi.
"Paramız orda." dedim ve masayı gösterdim. James kafasıyla "Tamam" işareti yapıp çantayı aldı.
"Gitmeliyiz." dedi Leo, "az sonra burayı polis basacak."
"Hiçbir yere gitmiyorum !" diye bağırdı Michael.
"Hey Michael. Tamam en yakın arkadaşındı ama polisler geldiğinde burada olmak istemeyiz. Sen de geliyorsun."
"Onu da alalım." dedi yalvarırcasına.
"Arabanın arkasında büyük bir poşet var. Onu yırtıp yere yayarsak üstüne koyabiliriz." dedi yanımda duran uzun saçlı çocuk. Gerçeği söylemek gerekirse tanımıyordum. Arabaya koştum ve bagajı açtım. Büyük bir poşet vardı. Yırtıp bagaja sığacak şekilde yaydım. İşimi bitirince James ve Leo Martin’i bagaja koydu.
"Bizden bu kadar." dedim.
Michael yüzüme baktı. Teşekkür mü etti yoksa küfür mü etti anlayamadım. Ölümünde biraz da biz sebep olmuştuk. Herkesin elini teker teker sıktım. Uzun saçlı çocuk biraz sonra polisler geleceğini söyleyince son sürat koşmaya başladık. Herkes yorulunca durduk ve biraz dinlenmek için kaldırıma oturduk. Kimse konuşmuyordu. Sessizliği bozmak için saçma bir cümle kurdum.
"En azından gülümseyerek ölmüş."
"Ne alaka ?" diye tersledi Leo.
"Bilmem. Sen ölürken güler misin ?"
Cevap vermedi. Ayağa kalktık ve yürüyerek her zaman takıldığımız parka geldik. Akşam oluyordu. Ve akşamları burası pek de tekin değildi. Bruce'un büyük düşmanı olan tayfa akşamları hep burada takılırdı. Ve bir kere onlarla kavga etmiştim. Salıncağa oturdum ve ellerimi birleştirerek yere incelemeye başladım. 2 günde ne kadar çok olay yaşamıştık. James’e baktım. Belki de market soymasaydık hiçbiri olmayacaktı. En önemlisi de Martin ölmeyecekti. James yerdeki kumu eşeliyordu. Leo ise barfiks çekme çubuğuyla oynuyordu. Bende salıncakta sallanmaya çalışıyordum. James bir banka oturdu ve gelmemiz için işaret etti. Leo ile yanına oturduk. James elinde içinde paramız olan çanta vardı.
"Galiba bütün paramız burada."
"Parayı ne yapacağız ?" dedi Leo.
"Bence üçe bölmeliyiz." dedim.
Birisi sırtıma dokundu. "Bu kadar cimri olma dostum ben ve arkadaşlarıma düşen payı vermeyecek misiniz ?"