Don't be that way
Fall apart twice a day
I just wish you could feel what you say
---Kim Junmyeon sinirden kasılan elleriyle bir hışımla büyük Kraliyet Bahçesi'ne çıktı ve derin bir nefes aldı. Ne yaparsa yapsın sakinleşmesi çok zordu. Tüm bu görkemli bahçe üzerine üzerine geliyordu sanki. Kraliyet nişanları canını acıtıyordu. Arkasından gelen hızlı adım sesleriyle kimin geldiğini oldukça iyi biliyordu o yüzden sinirli bakışlarla arkasına döndü.
"Saçmalık! Benden gerçekten de onunla yakın olmamı beklemiyorlar değil mi?"
Kim Minseok, Prens'in sağ kolu ve aynı zamanda korumasıydı. Şayet ondan başka hiçkimse yanına böyle rahatça gelemezdi. Minseok sakince iç çekti. Onunla sadece kendisi normal konuşabiliyordu, küçüklüklerinden beri iç içe büyümüşlerdi. Minseok bir korumaya göre kısa boylu olsa da oldukça donanımlıydı ve bir kişiyi saniyeler içinde öldürebilirdi. Kedi gözleri ve hızlı refleksleriyle beraber oldukça bilgili bir adamdı aynı zamanda Kim Minseok.
"Kral bir emir verdiğinde geri dönüşü olmadığını biliyorsun Prens Kim. Prens Zhang'la görüşmek zorundasın. Ülkelerin barışı için."
Junmyeon yutkundu. "Hyung, gerçekten istemiyorum!"
Minseok sırıttı. Kim derdi ki, koskoca Güney Kore Prensi Kim Junmyeon çocuk gibi mızmızlanıyordu. Koca bahçede ikisinden başka kimse yoktu o yüzden bu kadar rahatlardı. Şayet Prens Kim sinirli olduğunda Minseok hariç hiçkimse ona yaklaşma cesaretinde bulunmazdı.
"Neden ondan bu kadar nefret ediyorsun ki? Onu en son gördüğünde sen 10, o ise 12 yaşındaydınız. Sonra ülke ilişkileri kötüleştiği için hiç görüşmediniz."
Jun gözlerini devirdi. Çin Prensi'nin methini duymayan var mıydı ki? O deli adamın yanına yaklaşmak için en az onun kadar delirmiş olmak gerekiyordu. Junmyeon onun piskopat olduğunu düşünüyordu.
Bir iç çekişle gözlerini sarayın bahçeyi saran duvarlarında gezdirdi Junmyeon. Kalbinde sinirin yanında başka bir his daha dolanıyordu.
Heyecan.
"Ondan nefret etme sebebimi sana söyleyemem hyung. Artık 22 yaşındayım, kendime bile söyleyemiyorum."
- - -
Prens Zhang dudaklarında keyifli bir ıslıkla, arkasında bağladığı elleriyle beraber Çin Kraliyet Saray'ının görkemli koridorunda yürüyordu. Koruması ve sağ kolu Oh Sehun meraklı bir şekilde yanında yürümeye başladı.
"Ge, neşeli olma sebebini artık söyleyecek misin?"
Prens Zhang gülümsedi ve Sehun'a baktı. "Kesin yine iddiaya girdin değil mi?"
Şakacı bir şekilde Sehun'un saçlarını karıştırdı Yixing. Oh Sehun tam bir şaşkındı ancak konu onu korumaya geldiğinde canını ortaya koyardı ve üstün dövüş yetenekleri vardı.
"Jongdae Ge toplantıda seni evlendireceklerini iddia etti. Ben ise yeni bir ülkeye gideceğini iddia ettim. Hadi benim kazandığımı söyle?"
Yixing gülümsedi. Gözleri parıl parıldı.
"Bu sefer ikinizde kaybettiniz veletler. Çünkü evlenmiyorum ve bir ülkeye gitmiyorum ama... Tavşan bana geliyor."
Sehun anlamsız bakışlarla sırıtarak oradan ayrılan Yixing'in arkasından baktı.
"Tavşan mı? Ge, ava falan mı çıkıyoruz?"
Eh, her ne kadar bağırsa da Yixing cevap vermedi. Şayet Sehun'un tavşanın kim olduğunu anlaması da uzun sürmeyecekti.
yn: Selam şekerlerim, ölümüne heyecanlıyım! Prensli Sulay için öyle seksi fikirlerim var ki, umarım hepsini kafamdaki gibi yazabilirim hahahahahshah sadece konu bile beni heyecanlandırıyor, umarım sizde seversiniz❤️
Burada yazdığım kurgunun gerçek Güney Kore ve Çin ilişkileriyle ilgili hiçbir alakası yok, tamamen kurgu yani 😂 Ve, hikayemiz 1950 yıllarında geçecek.
Hadi bakalım, başlıyoruz😏
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lose Control
Fanfiction"Çok fazla düşünme Sadece sarıl bana böylece Gece yarısı olduğunda bana aitsin, bebeğim" Rüzgar nazikçe suratını ve saçlarını okşarken öylece karşısındaki adamın gözlüklerle bile parıldaması kesilmeyen yaramaz gözlerine baktı. "Deli Prens'in tekisi...