"Çok güzel kokuyorsun Jun."

2.3K 204 148
                                    

Without losing a piece of me
How do I get to heaven?
Without changing a part of me
How do I get to heaven?
---

Bahar tüm ihtişamıyla Güney Kore'yi kuşattığında mayıs ayının ilk haftasının sonlarındaydılar. Güneş parlak ama çok ısıtmadan üzerlerine yansıyor, çiçekler daha güzel açmak için sabırsızlanıyordu. Ya da Junmyeon kalbindeki heyecanı her yerde görmeye devam ediyordu daha çok. Mektubu okumasının üzerinden çoktan iki gün geçmiş, daha bu sabah Kral yanına gelip Çin'den misafirleri olduğunu ve hazırlanması gerektiğini söylemişti. Saray şölen zamanlarına yaraşır bir şekilde temizlenmiş, geleneksel şamdanlar bahçeye açılan kapıların üzerinde yerini almıştı.

Elleri cebinde, üzerinde davet üniformasıyla büyük bahçede dolanırken dudaklarını ısırmasına engel olmaya çalışıyordu. Tek başınayken beyninin en hücra düşünceleri öylece akın ediyordu. Yixing gelecekti evet, ancak ya sonrası? Nereye kadar gidebilirlerdi?
Ona olan aşkı gözünü öyle köreltiyordu ki, kendisi bile inanamıyordu buna. Ki küçükken tavşanlara olan o tükenmez sevgisini bile frenlemişti. Pekala, o kadar kolay olmayacaktı ancak onunla bir gelecek şansı var ise eğer, sonuna kadar gidecekti.

Öyle ya, her karanlığın sabahına güneş doğmaya devam ederdi.

"Prens Kim, misafirler gelmek üzereler, efendim."

Kafasını onaylar bir şekilde salladı ve bahçeden geri çıkmak adına adımlamaya başladı Jun. Heyecanı boğazına tırmanıyor, dudakları kuruyordu. Sarayın ana kapısına geldiğinde herkesin karşılamaya hazır olduğunu gördü. Muhafızlar sıra sıra dizilmiş, hafif esen rüzgar çanları şangırdatmıştı. İşin garip yanı, Baekhyun da üzerinde resmi üniformasıyla Minseok'un hemen önündeydi ve oh hayır, gözleri yaramaz bakıyordu. Pekala, bu pek hayra alamet değildi ancak Junmyeon çok kafa yormaması gerektiğini düşündü. Uslu durmasını ummaktan başka bir şey yapamazdı şuan.

Hemen arkasında duran Chanyeol'a hafifçe döndü. "Baekhyun'u nasıl ikna ettiniz?"

Chanyeol sırıttı ve kaçamak gözlerle Baekhyun'a baktı. Prens gibi gözüktüğü nadir anlardan birindeydi. "Kimse ikna edemeyince Minseok hyung gitti yanına. Odada neler oldu bilmiyorum ama Minseok hyung çıktığında yanakları kıpkırmızıydı! Onu daha önce hiç böyle görmedim." Chanyeol sessizce kıkırdadı. "Sonra da Prens Byun takım ve taranmış düzgün saçlarla çıktı. Suratında garip bir gülümseme gördüğüme yemin edebilirim."

Junmyeon da sırıttı ancak kimse görmesin diye hemen önüne döndü. Zaten hemen sonrasında Kral'ın gelmesiyle hepsi saygı pozisyonuna geçmişti. Kral hemen Junmyeon'un önünde durdu. Junmyeon daha fazla heyecanlanamaz sanıyordu ancak şimdi idare edemeyeceği bir boyuttaydı heyecanı. Sadece birkaç saniye sonra sarayın büyük ve görkemli kapısı aralandı.

En önde atının üzerinde tüm o görkemiyle Prens Zhang Yixing vardı. Üzerinde siyah, altın zincirler ve kraliyet nişanlarıyla donatılmış üniforması, suratında sert bir ifade vardı. Junmyeon bir iç çekiş sesi duyduğuna yemin edebilirdi, umuyordu ki kendisinden değildi. Şayet şuan nefesi kesilmişti! Yixing'in saçları biraz daha uzamış, atının hızıyla rüzgarda savruluyordu.

Hemen arkasında Sehun, Jongdae ve Kyungsoo vardı. Onların arkasında ise Çin Krallığına ait muhafızlar. Yaklaşık otuz kişi falan olmalıydılar.

Yixing atından çevik bir hareketle atladı ve diğerleri de sıra sıra onu izleyerek yere ayak bastılar. Kral'ın önüne doğru yürürken gözleri anında Junmyeon'u buldu. Junmyeon gözlerinin yakıcılığında kavrulduğunu hissetti. Ne çok şey vardı orada.

Lose ControlHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin