Love until we burn up, fire
Do whatever gets you seen
Kiss me with adventure
Until I forget my name----
Junmyeon nefes alamayacağını hissederek bir iç çekti ve odasının büyük taş duvarına yaslandı. Sol eli usulca kalbinin üzerindeki iç cebine gitti. Öyle ya, ondan aldığı son mektup hala o cebindeydi. Geldiğinden beri Çin ve Kore arası daha düzelmiş, dostluk yolunda emin adımlar atılmıştı ancak öyle ya iki ülke barışı o kadar kolay bir durum değildi ve daha fazla süreye ihtiyaç vardı. İlk zamanlar belki daha kolaydı ancak geçenin sürenin sonunda Junmyeon çoğu zaman özleminden boğuluyor gibi hissediyor, onu görmek için büyük bir arzu duyuyordu.
Çin Prens'inin gelmesi ilkbahar olarak kararlaştırılmıştı ve o zamana kadar nasıl dayanacağını bilmiyordu. Nefesi boğazını zorluyor, o zamana kadar evlilik olaylarının onları bulmaması için dua ediyordu. Ondan aldığı son mektup Mart ayındaydı ve üzerinden çoktan bir buçuk ay geçmiş, Mayıs ayına girmek üzerelerdi. O zamandan beri tek bir haber alamamış, özleminde kavrulmuş durmuştu.
Neden cevap vermemişti Zhang Yixing?
Yoksa, bu ateşten vaz mı geçmişti?
"PRENS BYUN, LÜTFEN BÖYLE YAPMAYIN!"
Junmyeon yardımcıların bağırışıyla biraz olsun neşeli hissederken sırıttı. Baekhyun yine yaramazlık peşinde olmalıydı, sakin adımlarla odasından çıkıp kargaşa seslerini takip etti. Kendi kendisine kalmaya devam ederse kafayı yiyecek gibi hissediyordu çünkü.
Baekhyun elinde oldukça değerli bir vazoyu kavramış, dudakları büzülü ve uzun siyah saçları karmakarışık halde divanın üzerine tırmanmıştı. Konu ne ise Baekhyun'un sinirlendiği bir şey olduğuna emindi çünkü suratında o kararlı ifade vardı ve böyle baktığı zamanlar onu kimse durduramazdı. Öyle ya, Byun Baekhyun tam anlamıyla Kraliyet delisiydi. Baekhyun burada sadece Junmyeon'u dinlerdi, Kral'ı bile çok fazla dinlemezdi.
Hizmetliler Jun'u görünce umutla ona döndüler. "Prens Kim, ne olur yardım edin. Prens Byun'un aritmetik dersine girmesi gerekiyor."
Baekhyun gözlerini devirdi. "Hele bir götürmeye çalışın, kafamda kırarım bu vazoyu."
Jun sırıttı. "Yapacağından şüphem yok Byun. En azından neden derse girmek istemediğini söylemelisin ki senin tarafını tutabileyim."
Baekhyun sakince vazoyu beline yaslarken doğruldu. Üzerinde ipek beyaz bol bir gömlek, kumaş pantolonu vardı ancak ayakkabıları kim bilir nerede unutulmuştu. "Hyung, adam yaptığım hiçbir şakaya tepki vermiyor. Ölümüm suikasttan değil sıkıcılıktan olacak."
Junmyeon kıkırdadı, Baekhyun öyle sevimliydi ki, aralarındaki yaş farkının az olduğuna inanmak güçtü. "Bu derse de gir, diğer derslere girmemen için Kral'la görüşeceğim. Olur mu?"
"Benden bunu istemesen? Sana karşı koymak istemiyorum hyung." dedi aegyeo dolu sesiyle Baekhyun.
"Ya kabul edersin, ya da yine seni omzunda götürmesi için Minseok'u çağırırım?"
Baekhyun Minseok'u duyunca anında vazoyu bıraktı. "Öf, suratsız Kim." diye mırıldanarak hizmetlinin getirdiği ayakkabıları ayağına geçirdi ve Junmyeon'a tripli bir bakış atıp önden yürümeye başladı. Ne Minseok, ne de Baekhyun birbirleriyle olmaktan hoşlanmazdı çünkü Minseok Baekhyun için fazla ciddi, Baekhyun Minseok için çok fazla yaramazdı. Bir araya geldiklerinde ortaya çıkan görüntü ise yalnızca komikti.
Kararlı adımlarını onların tam tersine, sarayın avlusuna yöneltirken ellerini cebine soktu. Güzel bir bahar havasıydı, gökyüzü parlak ve ağaçlar olabildiğine yeşil. Peki ya neden içi tüm bu baharın aksine hala kışı yaşamaya devam ediyordu da, düşüncelerinden bir türlü kurtulamıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lose Control
Fanfiction"Çok fazla düşünme Sadece sarıl bana böylece Gece yarısı olduğunda bana aitsin, bebeğim" Rüzgar nazikçe suratını ve saçlarını okşarken öylece karşısındaki adamın gözlüklerle bile parıldaması kesilmeyen yaramaz gözlerine baktı. "Deli Prens'in tekisi...