(Uyarı! Bu bölümde cinsel içerik vardır. Okumak istemeyenler o kısımları atlatabilirler.)
"Jun, neredesin?"
Minghao evin içinde yürüyüp etrafa bakınırken sordu. Diğeri koltukta uzanıp film izlerlerken bir anda kalkıp bir yere gitmiş bir daha da odaya geri gelmemişti. Birkaç kez daha etrafa bakındıktan sonra, odasına girdiğinde irkilerek geri çıktı. Jun, odasındaydı. Etrafa bakınıp bir şeyler arıyor gibiydi. Az önce burada değildi... Bu biraz korkutucu gelmişti.
"Bir... sorun mu var?"
"Hayır.. geçen bir şeyimi kaybettim de. Belki buradadır diye baktım."
"Neyini? Söyle ben de bakayım."
"Mühim değildi zaten, gel yanıma."
Ming, ona doğru uzatılan ele doğru ilerleyip gülümseyerek diğerine sarıldı. Kokusunu içine çekti. Lisedeyken hiçbir teklifi kabul etmeme nedeni işte bu huzur verici adamdı. Ama ona açılmak istememişti. O zamanlar arkadaşlıkları muazzamdı. Ellerinin altında atan kalbi dinledi. Hızlandığını hissetmesiyle gülümsemişti. Yanağını okşadı.
"Huzurlu hissediyorum."
"Minghao."
Burunlarını birbirine sürttürdüğünde Jun, şimdi karşısında erimek üzere olan erkek arkadaşına(?) gülmüştü. Daha sonra birleşen dudakları başta fazlaca yumuşak ve masaj yapar misaliydi. Ama sonra, Minghao'nun dudaklarından çıkan cümlelerle sertleşmişti.
"Bana güvende hissettiriyorsun. İçime huzur doluyor."
---
Junhui onun saçlarını çekiştirip ilerideki yatağa attığında Minghao vücudundakilere kızacak diye deli gibi korkmuştu. Onu aldattığını düşünecekti. Onu sevmediğini ya da. Oysaki... o pisliğin izleriydi onlar. O adamı bulmak ve yaptıklarının hesabını sormak istiyordu. Beynine dolan bu düşüncelerin bölünmesi, Junhui'nin ikisini de soymasıyla yarıda kalmıştı. Alttaki, öyle anadan doğma diğerinin bacaklarının arasında kapana kısılmış gibi dururken; o bahsettiğimiz diğeri Ming'in vücudundaki izleri önemsemeden işine kaldığı yerden devam etti. Dudaklarını ilk önce diğer izlerin az ilerisine bastırıp kendi izlerini bıraktı. Yavaş ama sert olmaya özen gösteriyordu, nedeni bilinmez. Minghao ise sadece ellerini onun saçlarına geçirmiş, kendisine bastırıyordu. Canının yandığını inkâr edemezdi. Junhui onun boynuna dişlerini geçirip duruyordu.
"A-ah, Jun.. acıyor."
Derin soluklar boynuna çarptı. Junhui geri çekilip omuzlarını geriye doğru attı ve yamuk bir gülümseme ile dudaklarını yaladı. Minghao, bu görüntüyü geri sarıp tekrar tekrar izleyebilmek için bütün benliğini ortaya koyabilirdi. İleri atılıp diğerinin göğsüne ve karnına öpücükler bırakmaya başladı. Tabii bununla eş zamanlı, Jun bulutların üzerine doğru süzülmeye başladı. Dudaklarından kaçan inlemeler ve küfürler... Minghao sırıtıp onun pantolonunu çözdü. Gözlerinin içine bakmayı ihmal etmiyordu. Onun güzel hissetmesini istiyodu. Iç çamaşırını indirip dudaklarını elindeki üyesinde gezdirdiğinde Jun'un onu geri çekmesini beklemiyordu.
"Sorun ne?"
"Hoşlanmıyorum... Bu bana iyi hissettirse de senin öyle bir şey yapmanı istemiyorum."
Minghao yavaşça kalkıp diğerine sarıldı.
"Benim için arkanı dön ve ellerinle dizlerinin üzerinde dur. Bir de... umarım kremin vardır."
"Oh? Niye dönüyorum?"
"Çünkü, miniğim. Bugün benim olacaksın."
Diğerini çevirip dediği pozisyona getirdi. Dolabı kurcalayıp krem için bakındı. Minghao'nun ellerine önem verdiğini bildiğinden yağlı krem bulması uzun sürmemişti. Fazlaca alıp hem kendine hem de Minghao'nun arka kısmına yedirdiğinde... sonunda o rüyalarına giren sahneyi tamamen yaşayacağı için mutluydu. İçine girip milim milim ilerledi.
"A-sss...hık!"
"Geçecek."
Tek kelime etti. Acıdığını biliyordu ama beklemedi de. Minghao çığlık atana kadar hızlandı. Diğeri kendini öne çekip kaçmayı denediğinde ona izin vermedi. Zevk noktasına dokunup onu etkisiz hâle getirdi. Şimdi Ming ağzı açık bir şekilde kontrolsüzce inliyordu.
"Junhui... Hâlâ acıyor..."
"Zevke odaklan."
Hıçkırıklarını duyduğunda bir rüyadan uyanır gibi kendine geldi.
"Miniğim?"
"Beni korkutuyorsun. Canımı acıtıyorsun, onun gibi sesleniyorsun. Senin neyin var?"
"Özür dilerim... gözüm arzudan kör olmuş olacak."
Geri kalan tüm sürede Minghao'nun zevkine odaklandı. Diğeri birkaç kere gelip, örtüyü kirletirken; Junhui ikinci kez onun içine gelmiş, yorgunca kendini ileri atmıştı. Sarı saçlı olan gözlerini kapatıp Junhui'ye sıkı sıkı sarıldığında, Junhui üstlerini örtüp genişçe gülümsemiş; kendini belki de ilk kez huzurlu bir uykuya bırakmıştı.
---
MinghaoGözlerimi açıp etrafa bakındığımda hava kararmıştı, perdelerim odanın içinde hafif meltem sayesinde salınıp duruyordu. Junhui'nin kollarından zar zor ayrılıp ayağa kalktım ve dağıttığımız ortalığı toparlamaya başladım. Oturma odasında Junhui'nin valizini gördüğümde gülümsemem yüzüme yayılmıştı. Bende uzun süre kalacaktı. Yani en azından bana öyle söylemişti. Valizindekileri yerleştirmek için elime valizini alıp odaya tekrardan çıktım. Hâlâ uyuyor olması benim için bir avantajdı. Onun huzurlu, meleksi yüzünü inceleyebilirdim. Valizini açıp, içindeki kıyafetleri benim dolabımın yanındaki boş çekmecelere koymaya başladım. Gri ceketini askıya asıp, pantolonunu katlarken tanıdık kokuyu içime çektiğimde, bunun Junhui'nin hep kullandığı parfümden farklı olduğunu biliyordum. Sorun şuydu... ben bu kokuyu nereden biliyordum? Cebindeki şişliği fark ettiğimde, elimi cebine sokup bir eşi olmayan bir eldiven çıkardım. Siyah eldiveni elimde sıkarken, dolabımın en arkasındaki diğer eşini çıkardım. Onun eşi olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Derin ve titrek bir nefes alıp gözlerimden akan yaşı hemencecik sildim.
"Minghao'm? Uyandın mı?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Full Moon | Junhao
Fiksi PenggemarTakıntıların sizi ne denli kör edeceğini asla bilemezsiniz. Ya da aşkın.