"Büyükbabamın evinin arka deposunda ne işleri var anlamıyorum cidden."
Minghao arka koltukta telaşla söylenirken Jongin arabanın hız ibresini çoktan iki yüzlere getirmiş, son gaz büyükbabanın evine doğru ilerliyordu. Jeju'ya inmelerinin hemen ardından, Minghao'nun oradaki birkaç arkadaşı sayesinde edindikleri arabaya binmişler ve yola koyulmuşlardı. Büyük villanın önünde durduklarında Yura ve Yunho'nun büyükbabayı oyalarken, Minhyuk ve Kihyun'un diğer dört arkadaşa katılması uygun görülmüştü. Arka depodan hiç ses gelmiyor olması hayra alâmet değildi açıkçası.
Minghao kapıyı açtı, içeri girip etrafa baktı. Bomboştu, yerdeki telefon; yüzde bir kalmış şarjıyla duruyordu. Klasik Junhui telefonunu ekstra güç tasarrufuna almış, onu haber veremeyecek duruma getiren her türlü şeyden kaçınmıştı.
"Jun!"
Deponun arka kısımlarına ilerledi.
"Junhui... neredesin?!"
Deponun kapısı kapanmış, kapkaranlık o korkunç yerde Minghao tek kalmıştı.
"J-Jongin?"
Nefes sesleri yankılanıyordu. Neler olduğunu kavramak isteyen zihni korkunun esiri olmuş; öylece bekliyordu. Bir hareket yapmasını engelliyor gibi çalışmayı bırakmış; orada durmasını emretmekten başka bir işe yaramıyordu. Bileklerinde hissettiği eller ve burnuna dolan tanıdık koku... içini bir hoş etmişti.
"Jun... buradasın."
Ama tahmin ettiği gibi bir son olmamıştı. Onu sertçe önüne çeviren Junhui, bir sandalyeye oturtup yanında bağlanmış Dew'in yüzüne bakmasını sağlamıştı. Solgun yüzündeki o korku dolu ifade... Ming'in çığlığı dışarıda onu arayanların kulağına ancak ilişmişti.
"Yura! Koş-Koş o içeride!"
"Yunho-ya... özür dilerim."
Yura elindeki silahın arka kısmıyla kocasının ensesine vurdu ve bahçedekilerden gizlenerek arkalarında durdu. Şimdi ona gereken güçsüz bir rehindi. Luhan geride durmuş korkak bir şekilde olanları izlerken boynuna gelen baskıyla geriye doğru sendelemiş; onun esiri olmaktan kaçamamıştı.
"Depoya geçin. Hemen! En ufak hareketinizde Luhan ölür. Anladınız mı beni?!"
Bir hayal edin, depo duvarında inci gibi dizilmiş gençler ve onların karşısında Luhan'ın alnına silah dayamış Yura. En önemlisi Dew'in cansız bedeninin hemen önünde sandalyeye bağlanmış duran Minghao. Tüm olanların sorumlusu, Wen Junhui ise ileride oturmuş elindeki soju şişesinden yudum yudum içkisini içiyordu.
"Neden?"
Sözü süzüldü, Minghao'nun dudaklarından. Onu sevmesi normaldi, onunla birlikte olması, onu kıskanması... ama bu? Bu bütün yaptıkları nedendi?
"Beni sevmiyordun. Sen... seni koruduğum gerçeğini seviyordun. Söylesene Minghao... ne zaman bana seni seviyorum lafını, huzurlu hissediyorumdan önce söyledin? Hepiniz böyleydiniz. Lise zamanında da böyleydi. Ama... ben o Junhui değilim. Hâlâ sana deli gibi âşık olabilirim evet, sende tutuklu kalmış olabilirim. Lâkin ben... eskisi kadar saf değilim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Full Moon | Junhao
Hayran KurguTakıntıların sizi ne denli kör edeceğini asla bilemezsiniz. Ya da aşkın.