4

451 49 19
                                    

Jongdae, yatağına yüzüstü bir şekilde uzanmış, önündeki telefona bakıyor ve birer dakika arayla ekrana düşen mesaj bildirimlerini okuyordu. Hava soğuktu fakat o an umurunda olan bu değildi, kalbi başta olmak üzere tüm iç organları büyük bir yangında harap olmuştu. Savunmasızdı ve belki de hayatında ilk kez kendini çok çaresiz ve boktan hissetmişti. Sonunda telefonunun mesaj yağmuru dolayısıyla susmayan zil sesi durduğunda, telefonunu kilitledi ve yatağının yakınındaki iki kişilik koltuğun üzerine fırlattı. Birkaç dakika koltuğun üzerinde duran telefonuna takılı kalan gözleri, penceresinin camına vurulmasıyla odağını değiştirmişti.

Byun Baekhyun, pencerenin arkasında yarı yaşlı gözlerle inanamayarak ona bakıyordu. Jongdae, dişleriyle alt dudağına küçük çaplı bir eziyet çektirirken, onu içeri alıp almaması gerektiğini düşünüyordu. Hava soğuktu ve Baekhyun sağlam bir bünyeye sahip değildi, hiç olmazsa onun hasta olması yüzünden vicdan azabı çekmesin(!) diye onu içeri alması gerektiğini düşündü ve uyuşuk bir şekilde ayağa kalktı. Penceresini açtıktan sonra ona bakmak için oyalanmadan, doğruca biraz önce kalktığı yatağına eski pozisyonunda uzandı ve gözlerini kapatıp kalbini dinledi. Çok kısa bir zaman diliminden sonra, Jongdae yanında hissettiği bedenle gözlerini araladı ve derince bir iç çekti. Baekhyun ise sadece cenin pozisyonunda onun yanına kıvrılmış, onun dudaklarından çıkacak sözlere odaklı bir şekilde göz temasını kesmiyordu.

Jongdae, mühürlenmiş dudaklarını pek aralamadan kendince mırıldandı, "Bunu yaptığım için kendimden, bunu yapmama sebep olduğun için senden ve sevgi kavramını yaratıp insanların acı çekmesinden başka boka yaramayan bu duyguyu her birimizin içine koyduğu için Tanrı'dan nefret ediyorum."

Baekhyun'ın yorgun yüzünde bir gülümseme parlamıştı. Bu gülümseme son zamanlarda onu masum kılan ve güzelleştiren tek şeydi. Biliyordu ki, Jongdae söylenmeye başladıysa bir şekilde onu kabul ederdi. Bir şekilde ve her şekilde.

Jongdae, onun bedenine değen kolunu kaldırdı ve Baekhyun hiç vakit kaybetmeden onun göğsüne kafasını koydu. Ev sahibi oğlan, bedeni buz tutmuş oğlanı kollarıyla sardı ısıtabilmek için, fakat kalbi buzdandı onun, vücudu buz tutsa ne yazardı ki? Bilmiyordu bunu. Bilmekten kaçıyordu muhtemelen biraz.

Baekhyun, yuva bellediği boyun girintisinde kafasını ısıtırken, Jongdae hıçkırıklarını bastırmak adına dudaklarını dişliyordu. Baekhyun bu kasılmaların sebebini hep huylanma olarak düşünmüştü fakat hıçkırıklarını saklama seçeneği aklına hiç gelmemişti. İlişkileri hep bilinmezliklerle doluydu gerçi; birbirlerini neden sevdiklerini bile bilmezlerdi mesela.

Jongdae, ağlamasını durdurunca, tavana bakarak sordu ona, "Neredeydin?"

Bu soruyu daha çok uyuyup uyumadığını anlamak için sorardı. Baekhyun yine cevap vermemişti. Jongdae yarım yamalak sırıttı ve bir gün gerçekten birbirlerini bu bilinmezlikten kurtarabilecekler mi diye düşündü. Burnuna dolan içki kokusundan sonra yüzündeki gülümseme söndü, "Pong Pong* ve ağır içkileri? Cidden Baekhyun, götüne giyecek donları benden çalarken kapısından geçemeyeceğin yerlere nasıl giriyorsun aklım almıyor."

Baekhyun, uykusunda gördüğü komik görüntüye güldü.

Jongdae, onun gülümsemesinin kalbini nasıl hızlandırdığını unutmak istedi.

Jongdae ve Baekhyun böyleydi: Birbirlerini neden sevdiklerini bilmedikleri hâlde severler, sevmek için bir neden aramayacak kadar üşengeçtirler, sürekli tartışırlar ve bu tartışmaların bütün sonu Baekhyun'ın sarhoş bir şekilde girdiği pencerelerle biter, Jongdae hıçkırıkları duyulmasın diye kendisini kasar ve her seferinde onu affettiği için kendisini sövdüğü geceler geçirirler. Böyle bir çiftti onlar.

Bir gün biterdi istemedikleri şeyler. Bir gün biterdi her şey ve bir taraf incinirdi, iki tarafıda incittiğinden habersiz.

Flash back sonu—

*Pong Pong: Güney Kore'de bulunan pahalı bir içkili mekan.

—bdt.

i'll search the universe :: baekchenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin