9

333 39 22
                                    

Günümüz—

Boyası akmış sarı saçlı oğlan terden sırılsıklam olmuş bir şekilde yatağında uyanıp titremeye başladığında, saat gecenin dördüydü. Gözlerinde birikmiş yaşların düşüşünü fark etmiyor, sarsılarak ağlıyordu. Bacaklarını arasına aldığı kollarını çözdü ve saçlarının arasından geçirdi ellerini çıldırmışçasına. "Nasıl?" diye haykırdı saçlarını çekiştirirken. Durmadan bu soruyu yineliyor ve gerçek olmaması için dua ediyordu. "Tanrım, lütfen, lütfen, lütfen..."

Rüyasında gördüğü şeyin doğruluğunu kanıtlamak için ayağa kalktığında müthiş bir sancı başına saplanmış ve birkaç adım sendelemesine sebep olmuştu. Biraz daha kontrollü ve yavaş hareket etmeye özen göstererek sandalyenin üstüne bıraktığı kot pantolonunu giydi titreyen elleriyle. Kot pantolon ince bacaklarını sardığında ve gitmeye hazır olduğunda, elleriyle yüzünü kapattı ve gözlerine küçük bir baskı uygulayıp kendini sakinleştirmeyi denedi. Sadece denedi çünkü bu durumda bu kadar kontrollü düşünmesi bile mucizeydi. Derin bir nefesi bıraktı ince dudaklarından ve siyah postallarını geçirdi ayaklarına. Üzerine, portmantonun askısında düşmek üzere olan kot ceketini giydi ve son kez evin içine göz atıp kendini dışarı attı.

Evinin kapısını iki kez kilitleyip anahtarı cebine koydu ve yağmurdan korunmak için ana caddeye yarı koşarak, yarı sürünerek çıktı. Bir taksi beklerken gözyaşları yine yüzünü ıslatmaya başlamış, aklına gelen gerçeklerin yalan olduğuna inandırmaya çalışıyordu kendini. Beklediği taksiyi görünce hızla elini kaldırdı ve bindikten sonra mezarlığa gideceklerini söyledi.

Yara bantları ile süslü, ince ve kemikli zarif ellerine bakarken, birkaç yarasının yeniden açıldığını ve kanadığını fark etti. Gözünden düşen bir gözyaşı, yönünü kaybedip kanayan yaraya düştüğünde, kalbi sızlamıştı. Burnunu çekti ve avuç içleriyle yüzünü sildi.

İnsanlar olarak ne de aptaldık! Önümüzde bir tepsiyle gelmiş gerçeklere burun kıvırmayı ve kendi doğrularımızı görmeyi pek seviyorduk. Asıl gerçekleri kabullenmemek için her yolu deniyor, yalanlar sunuyorduk kendimize.

Taksi şoförü geldiklerini haber verdiğinde, boyası akmış sarı saçlı oğlan cebinde olan bütün parayı verdi ve şoförün, "Bu yetmez!" sözlerine aldırmadan mezarlığın kasvetli havasını soludu.

Rüyasında gördüğü yönleri takip ederken, birçok mezar taşının önünden geçiyor ve asıl aradığı isimden başka isimleri gördükçe içine su serpiliyordu. Neredeyse mezarlıktan çıkmak üzereyken, gözüne çarpan mezar taşı ile olduğu yerde dondu. Gözlerini sıkıca kapattı ve bir daha açtı. Oradaydı o isim, silinmemişti.

İnanmadığı için biraz daha yakınlaştı mezar taşına. Nefesini tutmuş, gözlerinden akan yaşlarla ısınıyor, yağmur tarafından ıslatılıyordu. Aldırmadan elini mezar taşının üzerindeki kazılı harflerde gezdirdi:

Kim Jongdae.

"Jongdae," diye bağırdı kendine engel olamadan. Üzerinde çimen biten toprağı eşeledi elleri, "Sikeyim, burada ne işin var senin!"

Amaçsızca toprağı kazımaya devam ediyor, açık yaralarına değen toprağın sızısından daha çok acıyordu kalbindeki yaralar. Rüyasında gördüklerinin gerçek olması onu yenilgiyle olduğu yere oturtmuş, dizlerini yine kollarının arasına alarak ileri geri sallanmasına sebep olmuştu.

"Jongdae," dedi bir kez daha, cevap almayı umarken. "Burada ne işin var?"

Kendi kendine saatlerce sayıklayıp durmuş, sonunda biriciğinin yanında bilinci kapanmıştı.

Sabah nöbetini devralan mezar bekçisi onu görünce ilk başta öldüğünü sandı. Nabzını ölçtü ve hayatta olduğunu görünce hastaneye yetiştirdi onu.

Kendini tam ruhundan defalarca asan birinin nefes alıyor olması yaşatır mıydı onu?

Byun Baekhyun gözlerini açarken, Kim Jongdae hastane yatağının başucunda bekliyordu.

Gözlerini yumup açtığında, çoktan ilaç kokulu atmosfere karışıp gitmişti.

Adından oldukça söz ettirmiş olan rehabilitasyon merkezinin kapısı açılınca kapıya bağlı zilden hoş bir ses yükselmişti. Çalışanlardan biraz daha yaşını almış olan ve senelerini bu işe vermiş kadın gelen kişinin kim olduğunu merak etmediği için pek meraklanmamış, hasta kaydının alınması için kullanılan sistemi açmıştı bilgisayardan.

Giriş kapısından giren donuk bakışlı oğlan ve iki yanında duran büyük adamlar kadının bulunduğu masanın önünde durmuş ve bir an önce bu işin bitmesi için sabırsızlıkla beklemeye başlamışlardı.

Yaşlı kadın bir kez daha teyit etmek için hastanın adını sordu ve yanındaki adamlardan biri hızlıca yanıtladı onu, "Byun Baekhyun. 1992 Doğumlu."

Yaşlı kadın kafasını salladı ve masanın önüne doğru yürüyüp donuk bakışlı oğlanın koluna girip onu bir odaya götürdü, "Bir süre burada idare edersin." dedi ve oğlanın yanıt vermesini beklemeden eski yerine döndü.

Baekhyun'ı getiren adamlarla biraz konuştuktan sonra onları uğurladı ve oğlanın iç burkan öyküsü yüzünden iç çekti.

Merkezin dedikodu konusunda en usta olan kişisi, yaşlı kadının yanına gidip yeni gelen kişiyi kastederek konuştu, "Ne olmuşta buraya düşmüş?"

"Sevgilisi iki sene önce onu korumaya çalışırken ölmüş. O da olanların şokundan bir hafıza kaybı yaşıyormuş sanırım, kimsesi yokmuş. Bir hafta önce hafızası yerine gelmiş ve sonu burası işte." dedi yaşlı kadın çok fazla ayrıntıya girmeden.

Dedikoduyu seven genç kadın için bu yeterli değildi, "Bence birkaç şey daha biliyorsun." dedi ona sırnaşarak.

Yaşlı kadın titrek bir şekilde iç çekti, "Eş cinsellermiş bu yüzden sevgilisiyle aralarında olan ilişki gizliymiş. Bu oğlanın sevgilisini sürekli aldattığından tutta, her türlü boktan işe girdiğini söyleyebilirim. Bir gün girdiği boktan bir işi yerine getiremeyince, peşine birilerini takıyor. Ölmesi gereken o itken, zavallı sevgilisi ölüyor. Vicdanı yüzünden mi yoksa sevgisinden midir bilmiyorum ama bizim it oğlan hafıza kaybı yaşıyor. İki sene! Oğlan iki sene boyunca sevgilisi yaşıyor zannediyor ve onu arıyor. Geçen hafta hafızası yerine gelmiş. İnanamıyor ilk başta. Rüyasında görmüş mezarını. Gecenin bir yarısı mezarlığa gidiyor ve gerçekleri görünce dayanamıyor mu anlamadım ben de pek, orada bilinci kapalı bulunmuş. Bir hafta hastanede kalıyor, komşuları da buraya getirmişler. Hayatının geri kalanına devam edebilmek için bir süre burada olması daha iyi olabilir diye düşünmüşler."

Konuşması bittiğinde, dedikoduya doymuş genç kadının içi burkulmuştu. "Zor olmalı."

Yaşlı kadın onu onaylamak için kafasını salladı ve oğlanın odasının kapısına baktı ürkekçe.

Yaşamadan ne kadar zor olduğunu bilemezdi kimse, yaşayan dahi bilemezken.

—bdt.

i'll search the universe :: baekchenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin