Gölge

25 4 0
                                    

    Atılan bir adım sanki dünyayı kurtarıyormuşuz izlenimi verir ya bazen sanırım benim hissettiğim şey de buydu. Evrenin varlığının habercisi olan müzikle karışıp kendimi bütünleştirdiğim dans, benim hayata tutunmamı sağlayan dallardan biriydi.

    Hayat bir ağaç gibi canlanıyordu gözümde. Dalları belli bir zamana kadar uzanıyordu bir yerden sonra çürüyordu, soluyordu. Bu da bir ailenin sonuydu. Bir meleğin getirdiği son.

    Son adımımı da atıp, kurduğum kurguyu bitirdim. Plağın yanına gidip kapattıktan sonra havluyu boynuma asıp yukarı odama çıkmaya başladım. Ertesi gün okul başlıyordu. Aslında zaten gideceğim okulda birçok kişinin geleceği ailesinin eline bakıyordu. Onlar için okul sorun teşkil etmiyordu.

    Gece geç yatmamın bedelini sabahın köründe çalan alarmımın beni uykusuz bırakmasıyla öderken bir yandan da kalkmaya çalışıyordum. Tuvalate gidip direkt üstümü giyindim. Koşar adımlarla aşağıya indim çünkü bunları yaparken bayağı vakit kaybetmiştim. Annem ve babam zaten işteydi bu sebeple evden hiçbir şey söylemeden çıkmam çok kusursuz oldu. 

    Berkay ve Cenk ile okulda buluşacaktık. Bu mutsuzluğumuzun başlangıcı biraz daha geç olsun isterdik ama maalesef elde değil. Aslında benim için o kadar da sorun değildi. Çünkü hayatımda daha da zor ve ulaşılamaz sorular görüyordum.

Okul kapısının girişinde ikisiyle karşılaştım.

''Günaydın!.''

''Sonunda gelebildin lan. Valla az daha ben gidecektim.!!  

Cenk bütün enerjisiyle şen şakrak konuşuyordu. Ama maalesef Berkay ve benim için aynı şey geçerli değildi.

''Ne boş yaptın ya sabah sabah.''  dedi Berkay ve biz önden ilerlemeye başladık. Cenk ise arkamızdan söylene söylene geliyordu.

    İlk gün olduğu için zaten boş geçiyordu. Herkes saçma sapan birbirine sarılıyordu. Tabii biz bunların dışındaydık. Çünkü biz sahte değildik.

    

    Hocaların da bizi önemsememesiyle birlikte sadece oturduk demeyi çok isterdim ama ilk günden biyoloji ve matematik işlemiştik. Sayısal derslerle aram iyiydi, benim için sıkıntı sözeldi özellikle edebiyat ve coğrafya tam bir azap. Bu konuda Cenk ve Berkay ile çok benzemiyorduk. Zaten bir araya gelince dersler umurumuzda olmuyordu.

    

    Sağ olsunlar hocalarımız yeterli dersi işlediklerini düşündükleri için son iki ders de beden olduğu için rahattık. Allah aşkına beden neden pazartesi olur ki? Bunun en kısa zamanda değiştirilmesi gerekiyordu. Haftanın beş günü okul olurken ilk gününde tek eğlendiğim dersi feda etmek istemiyordum sonuçta.

''Napsak lan okul çıkışı?'' Cenk'in yine sıkıntısı gelmişti anlaşılan.

''Napalım işte kardeşim alt tarafı okul başladı eskrim hareketler mi istiyorsun anlamadım.'' Evet artık Berkay'da Cenk'i anlamıyordu.

''Valla ben atölyeye gidicem de sizi bilemem.'' dedim. İkisi de yüzüme baktı. Ama onları oraya götürmezdim. Şu ana kadar benim dışımda kimse girmemişti oraya. İçindeki resimleri de kimse görmemişti. Bundan sonra da göstermemeye kararlıydım.

''Ya Kavin nolur beni de götür lan. Bak vallaha hiçbir şeye dokunmam.''

''Cenk şu an boşuna yalvarıyorsun.'' Bu cümlemden sonra Berkay Cenk'in ensesine patlattı bir tane.

''Tamam kes lan boş yapmayı. Kız göstermiyor işte neyini zorluyorsun? Bak yeminle sen bir gün benim elimde kalacaksın ama hadi neyse.''

''Sakin olun, bir ara gösteririm. Ben artık gidiyorum görüşürüz gençlik.'' Önce Berkay'ı öptüm sonra Cenk'e yandan hafif sarılıp arabama doğru yürüdüm. Arabaya bindiğimde dikiz aynasından direkt arkama baktım. Bıraktığım yerde duruyorlardı. Berkay'ın yüzü gergindi. Anlaşılan Cenk yine saçma sapan bir şey yapmıştı. Garip bir çocuktu Cenk. Umursamazdı hiçbir şeyi. Kolay kolay üzülmezdi hiçbir şeye.

    Arabanın sessizliği dikkatimi dağıtıyordu. Radyodan rastgele bir müzik açtım. Şarkı durmaksızın melodisini etrafa yayarken ben de atölyeye doğru sürüyordum. Atölyem bayağı genişti. Tek katlıydı. Sadece resim çiziyordum orada. Resimle dışa vuruyordum duygularımı belki. Acıyı yansıtmama yardımcı oluyordu. İnsanlar mutluyken böyle şeyleri yapmaz. Çünkü sevinçten neden mutlu olduklarını anlatmak isterler. Ama acısı olan bir insan anlatmaya utanır ya da anlatacak birini bulamaz. İçinde de tutamaz. Direnemez daha fazla. Kayıtsız kalır bu duruma kalbi. Çünkü o da bilmez, ne yapsın ki? İşte bende acımı resim yaparak atıyordum. Yaşadıklarım soyutken biraz somutlaşıp hayatımı daha yaşanılır kılıyordu.

    Atölyeye gelmiştim. Arabadan indim. Aslında biraz şehir dışındaydı. Yarım saatte falan gelmiştim. İçeri girdiğim an duvardaki ve tuvaldeki resimlerim yansıttı acıları bana. 

  Atölyenin içinde biraz ilerledim. Karşımda kocaman bir duvar vardı. O duvarda da dörtlü. O dörtlüden biri geçmişte kalmıştı. Diğerleri ise geleceğe gidiyordu. Peki geçmiş kime göreydi? Hangi zamana göre geçiyordu ki geçmiş oluyordu? 

    Peki geçmiş ve geleceği kıyaslayalım. Geçmişin acısı yaşananları daha güçlü kılıyordu. Gelecek geçmişin önünde eğilmek zorunda kalıyordu. Çünkü zaten gelecek, geçmişin yansımasından ibaretti.Gelecek, geçmişin oluşturduğu sınırı dışına çıkamazdı. Geçmiş bir çerçeve gibiydi. Gelecek ise o çerçevenin içinde küçük bir çocuğun çaresizliğini temsil eden bir resim. Peki o resimleri oluşturan boyalar çerçevenin dışına akabilir miydi?

    Aslında geçmişi hayatla çarpıştırdığımızda geçmiş kırılır. Bu da geleceğin geçmişten kurtulmasını sağlar. İnsanlar her şey bitti sanar ama geçmiş, her an gelip insanın tüm hafızasını kaplayabilir.

  

    Bu resim yanımda gölgenin olmasına bile tahammülüm yok artık diyordu bana. Üzerindeki kırmızı ve siyahın kavgasıyla.

    Açıkçası bu istediğim gibi bir bölüm olmadı. Ama yine de yayınlamak istedim. Umarım beğenirsiniz. 

#Oy vermeyi unutmayın lütfen.

#Ayrıca yorumlara düşüncelerinizi yazarsanız mutlu olurum :D

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 29, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

BİR ÖLÜNÜN ÇIĞLIKLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin