"O kremi bana ver!"
Hızla ayağa kalkıp peşinden koştum. Kahkaha atarak kendini odasına kilitlediğinde kapıyı yumruklamaya başladım.
"Dahlia o kremi bana ver! İşleri kızıştırıyorsun ve kolumun acısı artmaya başladı!"
Kıkırtı sesi duyduğumda elimi hızla kapıya geçirdim. Gülmeye devam ediyordu. Yanık izinin dakikalar geçtikçe sızısı artıyordu ve kremi bir an önce sürmezsem kaşıntı artacak ve daha sonra kanamaya başlayacaktı. Mide bulandırıcı bir görüntüydü.
Kapının arkasından o iğrenç, tiz sesiyle konuşmaya başladı. "Babana seni tehdit ettiğimi söylemenin bedelini ödüyorsun tatlım. Fazla portekiz dizileri izliyorsun. Ne sanıyordun ki? Babanın bana kızıp, seni haklı bulduğunu aklından geçirmemişsindir umarım."
Aslında öyle olacağını düşünmüştüm.
Kolumun kaşıntısı artmaya başladığında acıyla yüzümü buruşturdum. Kapıya ardı arkası kesilmeyen yumruklar atmama rağmen üvey annem denilen ruh hastası kadın kapıyı açmamakta ısrarcıydı.
"Lanet olsun! Tam bir piç kurususun Dahlia! Anlıyor musun beni? Koca bir piç kurusundan başka bir şey değilsin!"
Kesik kesik nefesler alıp verirken, sokak kapısından gelen anahtar sesiyle başımı o yöne doğru çevirdim. Gelen babamdı. Nasıl bir tepki vereceğimi anlayamamıştım. Sevinmeli miydim? Yoksa korkmalı mıydım?
"Yine hangi siktiğim konu için tartışıyorsunuz siz?"
Babamın yüksek sesli konuşmasında dolayı irkilerek bir adım geri gitmiştim. Cevap vereceğim sırada kolumu fark eden babamın yüz ifadesi aniden değişti.
Sanırım şey gibiydi. Acıma duygusu...
Hızla yanıma gelip koluma baktı. Kaşıntı kesilmişti. Bu da demek oluyor ki yanık yaram kanamaya başlamıştı.
"Krem. Kremini sürmedin mi Audrey?"
Başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım. O sırada Dahlia odanın kilidini açıp elinde benim kremimle dışarıya çıktı.
Ağlıyordu. Hangi ara ağlamıştı bu kadın bilmiyordum. Biraz önce benim acı çekmemden dolayı kahkaha krizine girmişti. Gerçekten ruh hastası bir üvey anneye sahiptim ve bulunduğum ortama, yaşadığım hayata bir kez daha lanet ettim.
"Sen neden ağlıyorsun?" diye sordu babam. Dikkati hala benim üzerimdeydi ama yine de Dahlia'nın neden ağladığını merak edip, sormuştu.
Dahlia burnunu çekip, ayak üstü yalanlarını sıralamaya başladı.
"Ben s-sadece market alışverişi için dışarıya çıkacaktım. Üzerimi giydiğim sırada Audrey odama girdi. Yatağın üzerinde alışveriş parası duruyordu ve bana sormadan parayı aldı."
Gözlerim şokla açılırken, Dahlia burnunu çekip konuşmasına devam etti.
"Kırmızı şarap alacağını söyledi ama bu paranın kırmızı şaraba yetmeyeceğini ona söyledim. Bana bağırdı. Beni itti. Mutfağa gittiği sırada odasından kremini aldım ve kendimi bu odaya kilitledim."
Eliyle çıktığı odayı gösterdikten sonra babamın yüzüne baktı. Pek bir ifade değişikliği yoktu babamda. Dahlia da bunu fark ettiği için yalanlarına başka bir yalan daha ekledi.
"Daniel sen olmadığın için kendi başıma Audrey'in üstesinden gelirim sanmıştım ama yanılmışım. Ben..."
Babam gözlerini benden ayırmadan Dahlia'ya susmasını işaret etti. Gözlerini kısa bir anlığına kapatıp açtı.
"Annen doğru mu söylüyor Audrey?"
Aniden kaşlarım çatıldı. İkisinin yüzüne de iğrenç varlıklarmış gibi bakıyordum. Kolumun acısını bile unutmuştum o an. Dahlia'ya belki de 1000. kez lanet etmiştim.
"Birincisi; bu kadın benim annem değil, ikincisi Dahlia gerçekten Oscar ödülü alınacak bir oyunculuk sergiledi az önce ve ben..."
İlerleyip Dahlia'nın gözlerinin içine bakarak kremi sertçe elinden aldıktan sonra konuşmama devam ettim.
"Bu saçmalıklara daha fazla katlanamayacağım. Bir süre büyükanne Martha'nın yanında kalacağım. Dahlia boş yere oyunculuk sergilemesin, ağzı yorulmasın diye gidiyorum. Başka bir nedeni tabii ki yok."
Dahlia ağzı açık bana bakarken, babam eliyle alnını ovuşturup odasına doğru ilerledi. Böylelikle beni nadiren umursadığı anlardan birinin daha sonuna gelmiştim.
Gitmemem için benimle konuşabilirdi. 'Sana izin vermiyorum.' demesi bile yeterdi. Başıma bir şey gelme ihtimalinden dolayı beni koruyup kollaması gerekirdi ama onun yaptığı gündüz böcek ilaçlama şirketine gitmek, geceleri de Dahlia ile sevişmekti.
Kolum sızlamaya başlayınca düşüncelerimden sıyrılıp, odama geçtim.
Kremi koluma sürdükten sonra yatağımın altında duran eski, küçük valizi çıkarttım. Etrafı örümcek ağlarıyla sarılıydı. Yatağımın üzerine hızla bırakınca toz taneciklerinin istilasına uğramıştım."Ah Tanrım... Milattan önce buraya bırakıldığına bahse girebilirim."
Dolabımdan pantolonlarımın hepsini aldım ki zaten bu kilomla elbise giymiyordum. En son tartıldığımda sanırım... 80 kiloydum.
17 yaşında ve 80 kilo bir genç kız.
Ya da şimdiki okulumda söylenildiği gibi şişman ve öfkeli...
Valiz hazır olduktan sonra üzerime hırkamı geçirip odadan çıktım. Dahlia koltuğun üzerinden beni izliyordu. Babam da odasında olmalıydı. Dahlia benim için bir şeyler mırıldanıyordu ama kulak asmadan evden çıktım.
Büyükanne Martha'nın evine gitmek için şehir otobüsünü kullanmam gerekiyordu ve otobüs durağı Chiba Restoran'ın karşısındaydı.
Anılar, anılar...
İç sesime tepki vermeden otobüs durağına yürümeye başladım. Dışarıya çıkmayı sevmiyordum. İnsanlar arasında olmak istemiyordum. Sadece odamda muzlu süt içerek Harry Potter izlemek istiyordum. Sonsuza kadar...
İnsanların bana ve koluma olan bakışlarına dikkat etmeden yürümeye devam ederken Chiba Restoran'a yaklaştığımı fark ettim. Birkaç adım attıktan sonra aniden durdum.
Emin olmak için birkaç adım daha attım ve tahminimde yanılmadım. Karşı kaldırımda Carla ile birlikte yürüyen kişi Izabel'di.
O buradaydı. Muhtelemen noodle yemek için buraya gelmişti. Yeşil bir tulum giymişti. Yeşil rengini hala seviyordu. Benim onu sevdiğim gibi...
Kendisinden nefret ettiğimi düşünüyordu ancak ben onu ilk günkü kadar seviyordum. İyi bir kız değildi evet ama kalbimi ve mantığımı aynı anda kullanamıyordum. Bana yaptıklarına rağmen onu sevmeye devam etmiştim. Onun beni sevmeyeceğini biliyordum. Bununla yüzleşmiştim ve alışmıştım. Tek taraflı sevgi artık zor değildi benim için.
Caddeden karşıya geçip benim bulunduğum durağa geleceklerini anladığımda hızla arkamı dönüp telefonumla oynamaya başladım.
Lütfen başka bir yere gitmiş olsunlar. Lütfen, lütfen, lütfen...
Sarı saçlarımı kilomu kapatması için salık bırakmıştım -çok kapanacakmış gibi- ancak şu an o kadar pişmandım ki...
Izabel'in beni saçlarımdan tanımamasını umuyordum. Saçlarımı, saçlarımla oynamayı çok severdi.
Bahsettiğin saçlar bakımlıydı Audrey.
Böyle düşündüğümde hem rahatladım hem de üzüldüm. Çirkindim. Çok çirkindim ve artık yorulmuştum.
Izabel'in gittiğinden emin olmak için arkamı döndüğümde göz göze geldik. O an ne yapacağımı kestiremiyordum. Kafamı başka bir yöne mi çevirmeliydim? Oradan ayrılmalı mıydım? Tekrar arkama mı dönmeliydim? Yoksa ona gülümseyip el mi sallamalıydım?
Bunları düşünürken Izabel'in bana doğru yürüdüğünü gördüğümde olduğum yere bir gök taşı düşmesini diledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
E-Mail [gxg]
Teen FictionIzabel Lacombe yakın arkadaşı Carla ile bir restoranda buluşmak için sözleşir, ancak buluşma saatini akşam anlaşmayı planlarlar ve Izabel e-mail hesabından arkadaşı olduğunu düşündüğü başka bir Carla'ya mesaj atar. ♀+ ♀