12

1.3K 128 51
                                    

Portakal suyumu bitirdikten sonra kol saatime baktım. Sanırım biraz geç kalmıştım. Hızla ellerimi yıkayıp gözlüğümü takarken Martha teyze sahte bir sinirle bana baktı.

"Kızarmış ekmek ve portakal suyu ile kahvaltı yaptığını mı sanıyorsun? Bu Izabel senin aklını almış. Yemek düzenin bozulmaya başladı ."

Gülümseyip Martha teyzemin alnına bir öpücük kondurdum.

"Buluştuğumuzda zaten bir şeyler yiyeceğiz. Ayrıca geç kaldım." dedim.

Bilmiş bir şekilde gülümsedi.
"Bugün nereleri gezmeyi düşünüyorsunuz?"

Ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken boğuk bir sesle cevap verdim.
"Bilmiyorum, bana söylemedi."

"Cinsel temas istemiyorum." dedi.

O an yanaklarım kızardığında Martha teyze kıkırdamaya başladı. Hızla el sallayıp evden çıktığımda güneş tepeden el sallıyordu. Güneş kremi sürmeyi unutmadığım için kendimi tebrik edip Izabel'in söylediği ormanlığa doğru yürümeye başladım.

Izabel ile o yaşadığım gece arasından iki hafta geçmişti. O geceden itibaren artık sevgiliydik. Bunu ikimiz ve Martha teyzem dışında kimse bilmiyordu. Ailem, yani babam bilmiyordu çünkü bu konularda katı bir insandı. Dahlia ise umrumda değildi. Vereceği tepkiyi zerre kadar umursamıyordum ancak duyarsa babama söyleyeceğini bildiğimden hiçbirine bir şey söylememiştim.

Martha teyzeye gelecek olursak...
O iyi ki vardı. Ona sonsuz bir minnettarlık duyuyordum. Cinsel tercihimi hiçbir şekilde yargılamamış, aksine hep yanımda olmuştu.

Izabel ile sevgili olduğumu duyduğunda ise çok sevinmiş ve ufak sebeplerden ayrılmamamız için bana uyarıda bulunmuştu.

Kafamı daha fazla yormadan ormanlığa doğru yürümeye devam ettim. Bir süre sonra ormanlığın girişinde Izabel'i gördüm. Koşarak yanına gidip boynuna atladığımda elleri havada kalmıştı. Aslına bakılırsa dudağına yapışmak istemiş ve insanları görünce kararımdan vazgeçmiştim.

Geri çekildiğimde gülümsüyordu. Ben de aynı şekilde gülümsememi yüzümden atamıyordum. Birlikte ormana gireceğimiz sırada elini uzattı. Elini tutup parmaklarımızı birbirine kenetledim. Izabel'in yüzüne bakmasam da beni izlediğini anlayabiliyordum.

Piknik alanının en ıssız kısmına doğru gittiğimizde heyecanlanmaya başladım. Elimi bırakıp sepetinden örtüyü çıkarttığında yere sermesine yardım ettim.

Örtüye oturduktan sonra gözlüğümü çıkarttım. Izabel garip bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.

"Bir şey mi oldu?"

"Hayır olmadı." diye yanıt verdi.

"Pek öyle bakmıyordun."

"Aslında..." Hafifçe öksürüp konuşmasına devam etti.

"O gözlüklerle Matrix gibi duruyordun."

Kendimi tutamayıp kahkaha attığımda irkildi. Gözlüğü Martha teyzem almıştı ve üzülmesini istemediğim için bugünlük takmak istemiştim.

"Fena mı? Seni çoğu şeyden koruyan bir sevgilin var işte. Matrix Dolores."

Gülümsedi. Sepetten çeşit çeşit yemek çıkarttığında şaşkınlığımı gizleyemedim.
"Bunların hepsini senin yaptığını söyleme sakın."

Ellerini birleştirip,"Aslına bakılırsa bir tanesi bile ben yapmadım. Hepsi hazır." dedi.

Çeşit çeşit yemeğin arasından gözüme takılan tek şey vardı. Noodle...

"Tavu—"

"Evet tavuklu." diye sözümü kesti.

Uzanıp içi noodle dolu bardağı kendime çektim. O ise karışık sandviçi tercih etmişti. Noodle yediğim sırada Izabel'e sorular sormayı ihmal etmiyordum.

"Bana yanlışlıkla mail attığın günü hatırlıyor musun?"

Dudağının kenarındaki ekmek parçasını silip bana baktı.

"Elbette hatırlıyorum. Değerli arkadaşım Carla'nın mükemmel el yazısı sayesinde sana yazdım. Sahi neden Carla ismini kullanıyordun ki?"

"Carla ismini her zaman çok sevmişimdir. Ayrıca babam ve benim aramdaki saçma dedikodu yüzünden Audrey Dolores olarak hesap açamazdım. Aptalca mailler okumak istemiyordum."

Vişne suyundan içip başını salladı. Dudakları vişne suyunun verdiği boyayla kızarmıştı ve 'öp beni!' diye bağırıyordu.

Gözlerimin oraya takıldığını fark etmişti, etmemesi imkansızdı. Sanırım bundan dolayı yanıma daha çok yaklaşıp yemeğini yemeye devam etmişti.

"Peki ya Carla'nın soyadı? Neden onun soyadını kullandın?"diye sordu.

Gülümsedim.

"Bunun olacağını hiç tahmin etmezdim ama yanlışlıkla bana yazarsın diye düşündüm. Olmayacağını bile bile bunu yaptım ve sen bana yazdığın zaman yüzümü defalarca yıkadım. Hayal gördüğümü sanmıştım."

Gülümsemem yerini masum bir ifadeye bıraktı. Izabel ise sahte bir sinirle bana bakıyordu. Bir anda elindeki sandviçi bırakıp karnımı gıdıklamaya başladığında bitirmiş olduğum noodle bardağını zar zor kenara bıraktım. Kahkahalarımın arasından ona durması için yalvarırken hangi ara uzandığımı ve Izabel'in de üzerime oturduğunu anlamamıştım.

Giydiği mini elbisesini saymazsak iç çamaşırı tam olarak kasıklarıma temas ediyordu. Gıdıklamayı bırakıp yüzüme baktığında ne yapacağımı bilmiyordum. Heyecanlanmıştım. Kafam bozuk bir batarya kadar sıcaktı.

Eğilip elmacık kemiğimi öptüğünde gözlerim istemsiz bir şekilde kapandı. Ellerimi önce beline sonrasında yavaşça kalçalarına yerleştirdim. Bu hareketime karşılık Izabel hafifçe kıpırdanıp sessizce inledi.

"Göz kamaştıracak kadar güzelsin Audrey."

Cevap vermeden uzanıp dudaklarını dudaklarımın arasına hapsettim. Yavaş ve yumuşak hareketlerle öpüşürken ellerim mini elbisesinin altından iç çamaşırına geçti. Sertçe kalçasını sıktığımda dudaklarıma doğru seslice inledi.

Öpüşmemiz gittikçe vahşileşirken Izabel üzerimi çıkartmaya çalıştı.

"Lanet tişört neden çıkmıyor?"

"Izabel..."

"Söyle bebeğim."

"O tişört değil. O bir bodysuit."

Gözlerime bakıp muzhipçe sırıttı. Alt dudağını ısırıp elini şortumun içine soktuğunda nefesimi yavaşça dışarı bıraktım.

"Demek bodysuit. Bunu sevdim."

Eli yavaşça aşağıya doğru indiğinde ellerimi Izabel'in omuzlarına yerleştirdim.

Eli kadınlığımın etrafında dolaşırken başım dönmeye başlamıştı. Tam bu sırada yabancı bir ses duyduğumda hızlıca geri çekildim.

Aslına bakılırsa bu yabancı bir ses değildi. Bu ses tam olarak Dahlia'nın sesiydi.

Elinde hasır şapkası ile ikimize baktığında olabilecek şeylerin hepsi gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyordu.

E-Mail [gxg]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin