9

1.2K 137 32
                                    

-Izabel-

Mesajın gerçek olup olmadığını hala düşünürken Chiba'ya nasıl geldiğimi bilmiyordum. Audrey'den böyle bir davranış beni çok şaşırtmıştı. Onu en son gördüğümde bana nefretle bakıyordu ama yine de çok güzel görünüyordu.

Ancak ilk konuştuğumuz zamanlarda kendisinin eskisi gibi olmadığını, kendisini çirkin bulduğunu söylemişti. Şimdi ne değişmişti de Audrey beni Chiba'ya davet etmişti bilmiyordum ve heyecandan ellerimin titremesine engel olamıyordum.

Makyaj veya özel bir elbise giymemiştim. Üzerimde Audrey ile yıllar önce tasarladığımız tişört ile siyah, dar bir pantolon giymiştim. Tişörtün bendeki değeri çok büyüktü. Audrey'den bana kalan tek şey bu tişörttü. Biraz yıpranmış olsa da kalbimdeki yeri hiç değişmemişti.

Bunları düşündüğüm sırada bakışlarımı çıkış kapısına yönelttim. İçeriye giren kişi... Evet, Audrey'di.

Tanrım...

Hiç değişmemişti.

Yanıma gelip bana sarılana kadar kendimi diğer alemlerden alamamıştım. Sarılışına içten bir şekilde karşılık vermiştim. Beni yanlış anlayıp anlamaması zerre umrumda değildi. Onu gerçekten çok özlemiştim.

Yerlerimize oturduğumuz zaman ilk konuşan ben oldum.

"Hala erkek parfümlerini kullanmaktan hoşlanıyorsun."

Gülümsedi.
"Bazı şeylerden asla vazgeçemezsin."

"Benim senden vazgeçemediğim gibi mi?"

"Duyamadım, ne dedin?"

"Hiç. Siparişlerimizi verelim mi?" dedim kekelememeye özen göstererek. Duymaması için çeşitli yollarla Tanrı'ya yalvarırken garson siparişlerimizi almak için yanımıza geldi.

Aynı anda "Tavuklu noodle." deyince birbirimize baktık. Ben bir tepki veremeyince o gülümsemekle yetindi. Gittikçe rezil ediyordum kendimi. Lanet olsun o kadar güzeldi ki! Aklımı başımdan alıyordu.

İçecek olarak ben kolayı, Audrey ise portakal suyunu tercih etmişti. Bu esnada garsonun sürekli Audrey'e bakması ve sadece Audrey'e bakarak siparişleri alması gözümden kaçmamıştı.

Garson yanımızdan ayrılana kadar sinirli bir ifadeyle gidişini izledim. Sonrasında kafamı Audrey'e çevirdiğimde, bakışlarının giydiğim tişörtte olduğunu fark ettim.

"Bu..." diye mırıldandı.

"Hala saklıyorum." diye karşılık verdim. "Seninki duruyor mu?"

Sorduğum soru üzerine Audrey'in yüzü düştü.
"Hayır. Üvey annem yaklaşık 6 ay önce bütün kıyafetlerimi yaktı." dedi.

Dahlia...

Belli ki sürtük Dahlia da hiç değişmemişti. O kadın gerçek bir şeytandı. Audrey'e neler yapabileceğini tahmin edebiliyordum.

Tam bu esnada deri ceketini çıkartıp sağ kolunu gösterdiğinde kalbim paramparça oldu.

"Ah yüce Tanrım... Bunu sana nasıl yapabildi?"

Buruk bir ifadeyle bana cevap verdi.

"Uyurken sıcak suyu koluma döktü. Asıl konu bu değil Izabel. Asıl konu Dahlia'nın kolumu değil yüzümü yakmak istemesiydi. Ama yaptığı sesten dolayı gözlerimi açınca aceleyle suyu koluma döktü. Bazen... Tüm şansımı orada tükettiğimi düşünüyorum."

Duyduklarım karşısında ne kadar kendimi sıksam da gözlerimin dolmasına engel olamamıştım. Audrey halimi gördüğünde yerinden hızla kalkıp yanıma geldi.

Saçlarımı arkaya doğru çekerek yüzümün açılmasını sağladı.

"Bunları sana anlatmamalıydım. Moralini bozdum çok üzgünüm."

Söylediği cümleler karşısında hızla başımı Audrey'e çevirdim.
"Sakın özür dileme. Ben... Ben seni yalnız bıraktım Audrey. Bu yaşadıklarını içine attın ve kendine yazık ettin. Asıl ben özür dilerim. Seni yarı yolda bıraktığım, dertlerine yardımcı olamadığım için..."

Yarım bir gülüşle kollarını bana doladı. Bir süre öylece durduk. Sonrasında sessizce teşekkür etti. Bu sırada garson siparişleri ile geldiğinde yerine geçti.

Audrey önümüze gelen noodle karşısında aklını kaybetmişti. Ben ise hala garsona kötü kötü bakıyordum. Gözlerini Audrey'den çekmiyor, kim bilir benim güzel kızım hakkında neler geçiyordu aklından?

"Yanımızdan gidecek misiniz acaba?" diye sordum öfkeli bir biçimde. Garson sorduğum soru karşısında özür diler bir ifadeyle yanımızdan gitti. Kasaya kadar onu izledim. Kasada kendisi gibi iri yarı bir erkeğin kulağına bir şeyler söylediğini daha sonra ikisinin de bize baktığını gördüğüm zaman bir şeyler olduğunu anladım.

Masadan hızla kalktığımda Audrey ağzından sarkan noodle ile bana alttan alttan bakıyordu. "Burada bekle." dedikten sonra kasaya doğru ilerledim. Yanımıza gelen garsona seslendiğimde bana tepeden bir bakış atarak, "Ne istemiştiniz?" diye sordu.

"İstediğim şey şu." Audrey'i işaret ederek konuşmaya devam ettim.

"Bu gördüğün kıza attığın bakışların farkındayım. Ayrıca arkadaşına her ne sikim şey söylediysen eğer ikiniz de bizim tarafımıza baktınız."

Konuşmaya devam ederken Audrey'in yanıma ne ara geldiğini anlayamamıştım.

"Söyler misiniz acaba sizin sorununuz ne?"

Garson kırmızı bir surat ile söylediklerim karşısında ezildi.

"Özür dilerim efendim. Yanlış bir anlaşma sadece." dedi sessizce.

Tam o sırada arkadaşı mutfak kısmından yanımıza gelerek, "Hayır, yanlış anlaşılma yok!" diye bağırdı.

Bağırma ile müşterilerin bizi izlemesi olayı daha da büyüttü.

"Yanlış anlaşılma yok. Evet size bakıyorduk çünkü..."

"Çünkü ne?" diye sordu Audrey.

"Çünkü restoranımızda babası ile yatan, sürtük insanlara satış yapmak bizi biraz, hatta fazlasıyla rahatsız etti."

Duyduklarım karşısında bir saniyeliğine zamanın durmasını ve Audrey'i restorandan çıkartmayı istedim.
Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamamak için çaba sarf ediyordu, biliyordum. Ağlayacağını anladığı zaman koşarak ceketini masadan aldı ve restoranda beni yalnız başıma pis zihniyetli canavarların arasında bıraktı.

E-Mail [gxg]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin