16

802 89 20
                                    

"Sanırım uyanıyor."

"Çok güçlü bir kız olmalı."

"Kesinlikle çok güçlü. Aldığı darbeden sonra beyin kanaması geçirmemesi bir mucize."

Gözlerimi açmak için çaba sarf ederken yabancı iki sesin konuşmalarını duymuştum. Benden bahsettikleri aşikardı ve beyin kanaması geçirmediğim için kendime kızmıştım. Yaşamak istemiyordum artık dayanamıyordum. Güçlü değildim. Ben ezik bir Audrey Dolores'tim.

Göz kapaklarımın üzerindeki ağırlık yavaş yavaş giderken gözlerimi açtım. Başucumda erkek bir hemşire vardı. Yanımda birkaç şeyi kontrol ettikten sonra elinde duran kağıda bir şeyler karalayıp odadan çıktı.

Kaç saattir buradaydım? Kaç gün? Üzerimde hastane geceliği vardı. Beni hastaneye kim getirmişti? Dahlia böyle bir şeyi yapmazdı fakat babamın da o anki sinirle beni hastaneye getirebileceğinden şüpheliydim.

Peki ya Izabel... Izabel ne yapıyordu? Burada olduğumdan haberinin olduğunu sanmıyordum. Telefonum da yoktu. Belki de babam çoktan kırmıştı telefonumu.

Sırtımı dikleştirerek yatağa oturduğumda içeriye babamın girdiğini gördüm. Benimle göz teması kurmuyordu ancak ben ısrarla gözlerinin içine bakıyordum. Bana yaptıklarını görsün istiyordum.

Çaprazımda duran tekli koltuğa oturup ellerini dizlerinin üzerinden sarkıttı. Göz teması kurmamaya devam ediyordu. Sessizce belli bir noktaya gözlerini dikmiş öylece duruyordu. Yorgun olduğu her halinden belliydi. Babamın saçında bir tel beyaz saç olmazdı fakat o an saçlarına ak düştüğünü fark etmiştim. Gerçi uzun zamandır babama dikkatle bakmamıştım.  Bu beni biraz üzse de belli etmedim.

Sol tarafımda duran sürahiden kendime su doldurduğum sırada babam sessizliğini bozdu.

"İngiltere'ye taşınıyoruz."

Bunun sadece filmlerde olduğunu düşündüğüm şeyi gerçekleştirdim. Elimden düşen su bardağının çıkardığı kırılma sesinin bir an kalbimden çıktığını düşünmüştüm.

Yavaşça babama döndüm. Taşınmak demek Izabel'i bırakmak demekti. Taşınmak demek hayat enerjimi kaybetmem demekti.

"Nereye?" diye sordum. Dudaklarım daha fazla konuşmamı istemiyor gibi açılmamıştı tekrardan.

"İngiltere'ye gidiyoruz. Sadece sen ve ben."

Bir şey demedim. Dahlia'yı sormadım. Babam da sormayacağımı bildiği için kendi kendine cevap verdi.

"Dahlia'dan ayrılıyorum. Bu yüzden o gelemeyecek. Orada yeni bir iş ayarladım. Küçük tam da senin sevdiğin bir ev aldım. Orada daha iyi eğitim ala—"

"Bunu neden yapıyorsun?"

Babam anladığı halde bilmiyormuş gibi davranarak "Ne yapıyorum?" diye sordu.

Derin bir nefes aldım. Tekrar tartışma çıksın istemiyordum bu yüzden ses tonuma özen göstererek cevap verdim.

"Birden taşınmaya karar verdin. Birden Dahlia ile ayrılmaya karar verdin. Neden? Ne değişti?"

Babam burun kemerini sıktıktan sonra gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Birden olmadı. 1 haftadır uyuyordun. Ayrılma kararına birlikte karar verdik."

Histerik bir gülümseme belirdi yüzümde.

"1 haftada verilecek kararlar değildi bunlar. Ben seninle gelmek istemiyorum. Burada kalacağım. Boston'dan ayrılmayacağım."

E-Mail [gxg]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin