Küçük odamdan sessizce çıktım ve merdivene yöneldim. Merdivenin başında duran ayakkabıları görünce minik yüreğim cız etti. İstediğim ayakkabılar. Benim değillerdi. Elbette kendi oğluna almıştı. Üvey kızına neden böyle bir şey yapsın ki ? Alt kattaki konuşmaları küçük beynim almıyordu. Skyler'a gelen bir sürü hediye vardı fakat bana hiçbir şey yoktu. Doğumgünümüz aynı gün olmasına rağmen. 1 Haziran. Aynı gün, farklı muamele. Eskimiş ayakkabılarımı çıkarttım ve pencereye koştum. Ayakkabıları ağaca fırlatırken hiç üzülmemiştim. Tabii ki. Altı yaşındaysanız hiçbir şey umrunuzda olmaz. Tıpkı o gün olduğu gibi. Akşam babam evde olmadığından, ayakkabılarımı pencereden attığım için Sally'nin yarım saat boyunca saçımı çekip süründürmesi gibi. Sonra da beni kilere kilitlemesi gibi. Hepsi şu anki psikolojimi oluşturuyordu. Bu yüzden Skyler'dan ödüm patlıyor. Hep patlardı. Onu doğduğumdan beri tanıyorum ve on dokuz yıldır bana minicik bir şefkat gösterisinde bulunmadı. Her zaman ondan nefret ettim. Şimdi, nefretim felaket bir korkuya dönüştü.
Babamın ve Sally'nin bağırışlarına aldırmadan çantamı son kere kontrol ettim ve omzuma astım. Üzerime mavi yağmurluğumu geçirdim ve telefonumu cebime attım. Pencereyi sonuna kadar açtım ve aşağıya baktım. Yüksekti. Pencerenin tam kenarındaki ağaca göz gezdirdim ve o an aklıma altıncı doğumgünümde eski ayakkabılarımı attığım geldi. Skyler'a olan sinirim arttı ve pencereye çıktım. Pervaza tutunarak ağacın üstüne atlamaya çalıştım. Sonuç başarılıydı. Ağacın üstündeydim ve yağmur hızlanmaya başlıyordu. Yavaşça ağaçtan indim. Bacaklarım çizik içinde kalsa da umrumda değildi. Sadece koştum. Babamın ve Sally'nin beni bulamaması için koştum. Şu hayattan biraz olsa da kurtulmak için koştum. Koştum ve Mike'lara gittim. Büyük beyaz kapıya vardığımda bacaklarımdaki çiziklerin yerinde oluk oluk kan aktığını farkettim. Miranda'nın buna nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Yavaşça kapıyı çaldım ve Mike' ın altın sarısı saçlarıyla karşılaşmayı bekledim. Fakat Miranda... Küçük bir çığlık attı ve ağzını elleriyle kapattı. Yüzündeki telaşlı ifade yüzünden biraz pişman olmuştum. Buraya geldiğim için. Derin bir nefes aldı ve konuştu :
"Jagleen, sen ne yaptın ?" Gözleri dolmaya başladı. Lanet. Neden Mike açmadı ki ?
"Evden kaçtım. Mike... Evde mi ?" Parmağımla içeriyi işaret ettim. Beni omuzlarımdan tutup içeri çekti.
"Yukarıda. Neden evden kaçtın ?" Sarı saçlarını karıştırdı ve tekrar derin bir nefes aldı.
"Skyler. New York' ta. " Elleriyle yüzünü kapattı ve hıçkırmaya başladı. Hemen ona sarıldım ve Skyler'a saydırmaya devam ettim. Benim hayatımı mahvediyordu, bu da etrafımdaki insanların bana acımasını sağlıyordu. Miranda kardeşim gibiydi, Mike'ı beş yıldır tanıyordum ve Miranda onun kardeşi olmasına rağmen benim kardeşimmiş gibi hissettiriyordu.
Mike koşarak merdivenden indi ve beni Miranda'nın kollarından çekerek sıkıca sarıldı. Mike, Skyler'ın bana neler çektirdiğini bilirdi. Bu kadar tepki vermemi normal karşılamıştı. Miranda ise... Beni ilk kez böyle görüyordu. Yerinden kalktı ve koltuğa oturdu.
"Odama gel. " Elimi tuttu ve beni merdivene doğru çekiştirdi. Mike'a garip bir şekilde baktım. "Bir kaç gün burada kalacaksın. En azından şu Skyler tehlikesi geçene kadar. " Mike'ın dediklerine karşı Miranda'nın koltuktan kalkıp yanımıza geldiğini farkettim.
"Mike... Ailesi, buna izin vermeyebilir. " Mike kollarımı bıraktı ve Miranda'ya yaklaştı.
"Umrumda değil. Jagleen benim en yakın arkadaşım ve onun zarar görmesini istemiyorum. " Kaşlarını çattı ve tekrar bana döndü. Söylediği şey ise kanımı dondurdu. "Şu an evinizde bile olabilir Jaga. Eğer geri gidersen sana bir şey yapabilir. " Başımı evet anlamında salladım ve Mike'a sıkıca sarıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Waiting To Nowhere
Teen FictionKüçük odamdan sessizce çıktım ve merdivene yöneldim. Merdivenin başında duran ayakkabıları görünce minik yüreğim cız etti. İstediğim ayakkabılar. Benim değillerdi. Elbette kendi oğluna almıştı. Üvey kızına neden böyle bir şey yapsın ki ? Alt kattaki...