Akşam gayet sessizdi, dördümüz oturduk ve yemek yedik. Babası bana garip gelmişti, sıradan bir adam olmasına rağmen. Benim hakkımda ne bir soru sordu ne de bir konuşma yaptı. Sadece içeri girdiğinde kısa bir merhaba demişti. Bu soğukluğun nedenini anlayamamıştım ; büyük ihtimal beni istemiyordu ve ben bundan elbette rahatsız oldum. Kim istenmemekten mutluluk duyar ki ? Harry de rahatsızlığımı anladı ve yemekten sonra aşağıda oyalanmadan yukarı çıktık. Saate baktığımda dokuz olduğunu farkettim ve geç olmadan Trinity'i aradım. Telefonu açması biraz gecikti, ama sonunda sesini duyunca mutlu olmuştum. Ne zaman geleceğimi sorunca ertesi gün dedim. Fakat bana söylediği şey kanımı dondurdu : "Yarın olmaz. Skyler hala evde. " Gelmeyeceğimi söyledim ve sanki telefondaki Skyler'mış gibi kızın yüzüne kapattım. Telefonu çantama koydum ve Harry'nin bana garip garip baktığını farkettim.
"Ne oldu ? " Çantamı masaya bıraktım ve gidip yanına oturdum. Çocuk hala bana garip bakıyordu. Saçlarını okşadım ve başımı omzuna yasladım.
"Jagleen, istersen sana bir otel ayarlayabilirim. Şey, babam yani o, ablamın bile burada kalmasına izin vermemişti. Burada, onun kötü bakışları altında rahat kalabileceğini sanmıyorum. Ne dersin ? Bir otelde kalır mısın ? " Cevap vermeden önce biraz düşündüm. Eğer Skyler, Sally ağzından kaçırırsa burada olduğumu öğrenecekti ve buraya gelecekti. Bu da sadece kaos yaratacaktı. Harry kesinlikle haklıydı, onun böyle şeylerden zarar görmesini istemiyordum. Gizlenmek için otelde kalacaktım. O gidene kadar da dışarı çıkmayacaktım. Harry'e döndüm ve başımı evet anlamında salladım. Gülümsedi ve saçlarımı önümden çekti.
Odaya girdim ve Harry'nin dolabını karıştırmaya başladım. Ne yaptığımı farketti ve ellerimi dolabın üzerinden çekerek dolaptan bir kız tişörtü çıkardı. Bu kimin diye düşünüyorken benim olduğunu anladım.
"Bunun burada ne işi var ?" Tişörtü gözünün önünde salladım ve kaşlarımı çattım. Gülümsedi ve cevap verdi.
"Sen aşağıda annemle konuşurken, ben işlerimi bitirdim ve senden aldığım tişörtü oraya koydum. Bunu yapacağını biliyordum, çünkü seni tanıyorum. " Sözünü bitirdi ve alnıma bir öpücük kondurarak odadan çıktı.
Yatma vakti geldiğinde, annesi beni aşağıda olan büyük bir misafir odasına yönlendirdi ve görüşürüz diyerek odada beni yalnız bıraktı. Odanın duvarları kahve tonlarındaydı ve bir misafir odası için baya kasvetli döşenmişti. Yatağa yavaşça uzandım ve telefonumu açtım. Telefon açıldığında kapalıyken gönderilmiş mesajlar geldi ve ekranı doldurdu. İkisi Mike'tan dı ve gayet uzunlardı. Yanımda açık olan lambaları kapattım ve ilk mesajı okumaya başladım.
"Jaga, nasılsın ? Rahat mısın ? Mutlu musun ?, Mutsuz musun ? Hüzünlü müsün ?, Umutsuz musun ? Hepsi benim umrumda fakat onun değil. Sen gittikten yarım saat sonra buraya geldi ve nerede olduğunu sordu. Hiç bir sinir belirtisi taşımıyordu, sakince " Jagleen burada mı ? " dedi ve ben bilmediğimi söyleyince çekip gitti. Ondan nefret ediyorum. Ne kadar dışarıdan iyi kalpli gibi gözükse de. Kapıyı açtığımda tüylerim ürperdi. Bana inandı da. İnanmayacağını düşünmüştüm. Garipti, hem de çok. Neyse. İyi geceler. "
Kısa olduğu için üzgünüm :(
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Waiting To Nowhere
Teen FictionKüçük odamdan sessizce çıktım ve merdivene yöneldim. Merdivenin başında duran ayakkabıları görünce minik yüreğim cız etti. İstediğim ayakkabılar. Benim değillerdi. Elbette kendi oğluna almıştı. Üvey kızına neden böyle bir şey yapsın ki ? Alt kattaki...