***
"Küçük bir kız çocuğu elinde annesinin hırkası ile herkesten soyut bir şekilde kaldırımda oturuyordu. Sonra gözleri yerde yan yana uzanmış iki hareketsiz bedene çarpınca yavaş bir şekilde kalabalığın içerisinden geçerek onlara yaklaştı. Gelişigüzel bir şekilde gazete ile kapatılmış bedenlerin üzerindeki kağıt parçalarını çekerek onlara uzun bir süre baktı. Baktı ki gökyüzünde onlara en çok benzeyen yıldızları bulabilmek için.
Bundan sonra anne ve babasını yıldızlarda arayacaktı. Onun hayatından yıldızlar kaymadı. Aksine eşsiz iki yıldız en güzel şekilde gökyüzünde parıldadı. Uzak ve bir o kadar da yakın yıldızlara kavuştu. Onun yıldızları...
Hâlâ onlara bakarken bir el onu kendisine çekerek sahiplenircesine sımsıkı sardı. Bu sahiplenen kollar bundan sonraki hayatında ona yol arkadaşlığı belki de babalık edecek kişiydi. Bu adam belki de onun için umut kaynağı olucaktı. Bunu da ona zaman gösterecekti.
Küçük kız ağlamıyor ve hiçbir şekilde onlara karşılık vermiyordu. Sadece gözü ara sıra gökyüzüne kayıyordu. Bu hali ona sarılan amcasını daha da yasa boğarken, çenesi amcasının omzunda hâlâ ağlamamakta yeminliymiş gibi berrak ve uzun kirpikli kahverengi gözler ile etrafına bakıyordu.
Ağlamıyordu çünkü her şeyin farkındaydı...
Ağlamıyordu çünkü insanlar geri dönmeyecek sevdikleri için sadece ağlarlardı. Onun sevdikleri hiç ayrılmamıştı yanından. Hâlâ sol tarafta, oldukları yerde kalıyorlardı. Ebediyen hemde...
Küçük kızı hoyrat bir rüzgar, kimi zaman sert kaya parçalarına kimi zaman da durgun sulara savurdu. Zaman da onu yutarak maziye karıştırdı.
13 yıl sonra...
O kız benim. Feride...
Geçmiş yılların arasında sarmaşıklar her geçen gün dört bir yanımı sarmış, gece ve gündüzün renklerini karıştırarak ortaya kendi dünyamı çıkartmıştım. Bu küçük dünyamda büyümeyi ve içine sığmayacak kadar dertleri sığdırmayı başarabilmiştim. Oysa sarmaşıklar hâlâ ben ile beraber büyümekte ve kök vermeye devam etmektedir. Bedenime yük oluyorlar ki kim olduğunu bana hatırlatmaları için...
Telefonun takvimine uzun bir süre bakarak beynimde o gün yaşanaları tekrar tekrar içimdeki benliğe anlatıyordum. Ta ki Cansu'nun elini omzumda hissedene kadar. Ani bir sıçrama ile hemen ona dönerek;
"Ağlamıyorum" Dedim.
Kaşları bu söylediğime karşılık yay gibi gerilmişti ve dudakları bir şey söylecekmiş gibi açık kaldı. Bana anlamayan sorgulayıcı bir şekilde bakmaya devam ederken, ortamın verdiği gerginliği dağıtan staj rehberimiz oldu.
"Haydi gençler toparlanın hastanede olduğunuzu unutmamanız gerekiyor."
Cansu, staj rehberimize baktıktan sonra tekrar odak noktası olarak beni seçti. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Bu benim davranışlarım da yansıdı. Elimde tuttuğum kağıtları bir türlü doğru düzgün bir araya toparlayamayıp, üstüne telefonumu düşürmüştüm. Bu hareketlerim yeterince bir şeyler olduğunu anlatıyordu.
Onun göz hapsinden kurtulmaya çalışırken kendimi lavaboda buldum. Kapıyı ardımdan kilitleyerek sırtımı yasladım. Ufak ufak gözyaşı yağmurları yeni denizlere karışmaya başlıyordu. Her yıl bugün o zamanı yeniden yaşıyor gibiyim. Silinmeyen bir mürekkeple aklıma yazılmıştı. Ne kadar ovalayıp çıkarmaya çalışsam bile elde ettiğim her zaman etrafa daha da çok bulaşan siyah bir mürekkep izinden başka bir şey değildi. Sanki ben sildikçe koyulaşıyor yazı ve bana o günü unutmak istemem gerekenden daha fazlasını hatırlatıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HEVÎ
أدب المراهقينOnun yanağından bir damla yaş süzüldü fakat tuzu adamın kalbini yaktı... Kadın bir melekti. Adam ise cehennemin ta kendisi ve nefretin zehirli tohumudur.