4. Bölüm

1K 111 3
                                    

Dudakları dudaklarıma santimler kala kapının sesiyle yerimden sıçrayıp ayaklandım.

"Bay Kim?" Stajyerlerden biri kafasını kapıdan içeri uzatmış bize bakıyordu. Gözleri masamda oturan Sehun'a bir de bana gidip durdu. Hangimizin Kim Jongin olduğunu anlamaya çalışıyordu sanırım.
Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. "Evet?"
"Şey... Bay Lee bunları size getirmemi istedi." Elindeki kağıtları bana uzatmak için odaya girdi. Gülümsememi hiç bozmadan elindeki kağıtlara uzandım.
"Teşekkür ederim. Sana nasıl hitap etmeliyim?"
"Ne kadar aptalım kendimi tanıtmadım. Ben Myung-Hee. Yeni stajyerlerdenim" dedikten sonra 90 derece eğildi. Tekrar doğrulduğunda gözleri başka bir noktaya odaklandı. Gözlerini takip ederek Sehun'u bulduğumda gözlerimi kıstım. Sehun kızın bakışlarından habersiz telefonuyla ilgileniyordu.

"Sizinle tanıştığıma memnun oldum Bay Kim. Bir şeye ihtiyacınız olursa diğer stajyerlerle birlikte ortak alanda olacağım"

Benimle konuşurken gözleri Sehun'a kayan kızı kafamda 3 kere bıçaklamıştım ki Sehun'nun sesi kulaklarımı doldurdu.
"Sanırım gitme zamanım geldi" telefonunu cebine sıkıştırdı ve birkaç adımda yanıma ulaştı. Uzanıp dudaklarını dudaklarıma değdirdi. "Akşam görüşürüz"
"Görüşürüz"

Sehun Myung-Hee'ye de gülümsedikten sonra odadan çıkmıştı. Hemen arkasından kız da tekrar selam verip beni odada yalnız bıraktı.

Masama geri dönüp çekmeceye kilitlediğim dosyayı çıkardım. Dosyanın kapağını açar açmaz karşıma çıkan ceset resmiyle bu gün gördüğüm ceseti karşılaştırdım. Aslında bunu isteyerek yapmamıştım. Biranda cesetleri karşılaştırırken bulmuştum kendimi. İkisi de aynı yerden vurulmuştu. Çok incelemeye fırsatım olmadı ama tek kurşun yarası vardı ikisinde de. Aradığım katil kafedeki adamın da şüphelisi olabilirdi. Ama etrafta şüpheli hiçbir şey bulunmuyordu o sırada. Taemin'le birlikte adamın öldürüldüğü yerin üstüne oturuyorduk. Sehun'la konuştuğum süre boyunca camdan sokağa bakmıştım. Ama etrafta şüpheli sayılabilecek bir şey yoktu.

İç çekerek bir arama yapmak içim telefonumu çıkardım.
Çok geçmeden telefonumu açtı "Efendim Kai?"
"Çok zamanım yok hyung. Elimde bir kurşun var. Sanırım özel üretim. Herhangi bir kaydı bulunmuyor. Bir bakabilir misin?"
"Kurşun elimizde mi?"
"Bilmiyorum ama resimleri var. Dosya numarası 49BFD70."
"O dosyayı biliyorum."
"Kurşunu daha öncede araştırdın yani?"
"Sayılır. Ama hiçbir şey çıkmamıştı."
"Anladım hyung"
"Eğer bana kurşunu getirirsen senin için tekrar bakabilirim"
"Kurşun elime geçerse sana haber veririm."
"Bekliyorum"

Telefon kapanır kapanmaz yerine koymadan Baekhyun'u aradım. Uzunca çaldıktan sonra tam kapatacakken ahizeden sesini duydum.
"Kai? Yeni bir şey mi buldun?"
"Pek sayılmaz. Karakolda mısın?"
"Birazdan gideceğim"
"Karakoldan alman gereken bir şey var"
"Karakoldan ne alabilirim ki?"
"Kurşun?"
"Benden kanıt mı çalmamı istiyorsun?"
"Çalmak değil de ödünç almak diyelim."
"Kanıt odasına nasıl giricem bikere ben"
"Ajansın sen, ben mi söyleyeceğim işini nasıl yapacağını."
"Kai-"
"Kuyruk salla biraz"
"Ne?"
"Sana karakolda yakışıklı muhabir çocuk diyorlar."
"Yani?"
"Caziben diyorum. Onu mu kullansan"
"Bana yaptıracağın şeye bak"
"Halkıymışsın Baek. Ekipçe çalışmak daha güzelmiş." dedikten sonra telefonu kapattım. Hattın diğer ucunda Baekhyun'nun sinirden tepindiğinin farkındaydım. Ama beni ekip oyununa çeken oydu. Ona az bile.

#Sehun
Ben daha Jongin'e kavuşamadan bizi bölen stajyer olmasa da bütün hayatı bana çekilmez kılmaya yeminli Chen, bu güzel anı bölecekmiş. Adamın tek hedefi beni çileden çıkarmaktı.

'Buraya gelmelisin acil' Chen'den gelen mesaja insanın inanası gelmiyordu işte bu yüzden. Şaka olsun diye beni şehrin dışındaki karargaha getirir sonra da biz hallettik ya diyerek beni geri gönderirdi. Daha önce yapmadığı şey değildi yani, yapardı.

Durumu teyit etmek için Luhan'a mesaj attım. 'Lu, bir sorun mu var?'
Bu bir oyunsa eğer Luhan kesinlikle katılmayacağı bir oyundu. Nedenini hiç öğrenemedim ama Lu benden daha çok nefret ediyordu Chen'den.

Gecikmeden cevap gelmişti. 'Buraya gelmen gerekebilir' mesajı okurken istemsizce kaşlarımı çatmıştım. Bunu fark ettiğimde gözlerim hemen Jongin'e gitti. Ama o stajyer kızla ilgilenmekten kaş çattığımı fark etmemişti. Stajyer kızdan hiç hoşlanmamıştım. Jongin'nin ben varken onunla tatlı tatlı konuşması midemi bulandırıyordu. Benden başkasıyla ilgilenmesi o kızı öldürme sebebim bile olabilirdi.

Telefonu cebime atarken ayağa kalktım. "Sanırım gitme zamanım geldi." Birkaç adımda yanına ulaştım ve dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. Bu stajyer kıza o benim deme şeklimdi belki bilmiyorum. Sadece o anda Jongin'den bir öpücük çalmak istemiştim.

"Akşam görüşürüz."
"Görüşürüz" Jongin'nin gözlerinden geçen hayal kırıklığını görmek gülümsememe sebep olmuştu. Utanmasa dudak büküp gitme diye aeygo yapacaktı. Yüzümdeki gülümseme yayılırken stajyere döndüm. Ve anında yüzümdeki gülümseme dondu. Jongin'e fark ettirmeden odadan çıktım. O çirkin kızla Jongin'imi yalnız bırakmaya içim el vermiyordu. Ama fakat lakin Luhan gelmemi söylüyorsa bir şey vardır. Ayrıca vermek istediğim mesajı salak birisi bile anlayabilirdi. 'Jongin'den uzak dur! O benim' yeterince açıktı.

Binadan çıktığımda arabama binip kendimi karargahta buldum. Ne olduğunu bilmiyordum ve durumun aciliyeti zerre umrumda değildi. Sadece merak etmiştim. Meraklı bir insandım ben.

Karargaha girdiğimde herkes kendi halinde bir köşede duruyordu. Chen ve Lay öyle koyu bir sohbete dalmıştı ki geldiğimi fark etmediler bile. Luhan, dart oynarken bana bir bakış atıp oyununa geri döndü. Tao onun çaprazında masada oturmuş boş gözlerle bana bakıyordu.

"Orada daha ne kadar dikileceksin 94?" Sonunda Tao'yla olan anlamsız bakışmamız son bulmuştu.
"Vayyy, 94 demek. Artık adımla da seslenmiyorsun bana" derken hızlı adımlarla yanına gittim ve kapıya doğru olan sandalyelerden birine oturdum.

Bir süre Tao'nun bir şey söylemesini beklesem de ondan ses gelmeyince devam ettim. "Ne bekliyoruz?"
Gözlerini devirdi "Kris'in gelmesini"
Durum neyse Tao kesin biliyordu. Kris'in yanından bir saniye ayrılmıyordu ki kaçırmış olsun. Ama Kris'i bekliyorduk. Tao hayatta söylemezdi. Bu yüzden üstelemedim. Hatta hiçbir şey söylemedim. Ortamda Chen'nin sinir bozucu sesi ve Luhan'nın dart tablosuna attığı okların çıkardığı sesten başka bir şey yoktu. Sinir bozucu ve sıkıcıydı.

Artık sıkıntıdan kendimi öldürmek istediğim dakikalara geldiğimizde ki ,sadece 10 dakika olmuştu geleli, kapı hızla açıldı ve Kris içeri girdi. Soluğu masanın başında aldı ve yerine yerleşti. Kris'in içeri girmesiyle herkes masaya toplanmaya başladı.
"Sen ne zaman geldin ya? Ne kadar değersizsen hiç fark edilmiyorsun?" Chen karşımdaki sandalyeye otururken sahte bir şaşkınlıkla konuştu. Hayır benden ne istiyordu ki şimdi. Hatta şimdi değil genel olarak. Neden sürekli bir laf yarışı içinde buluyordum kendimi.

Tam ağzımı açmış bir şey söyleyecekken Kris konuşmaya başladı.
"Şimdi değil Sehun" hiçbir şey söylemeden sadece kafamı salladım. Bazılarının aksine ben susmam gereken yeri biliyordum. Keşke bunu sesli söyleseydim. Bak içimde kalacak şimdi bu. Offf be hep gereksiz yerlerde sesli düşünürüm bir kere de şöyle işe yarar bir zamanda sesli düşünsem. Hep mi rezil olucaz?

"Sehun'nun cinayetlerini araştırmaya başladılar"
"Evet, bunu her seferinde yapıyorlar" Luhan, farkında olmadan konuşmuştu.
"Hayır, yerel polis değil. Bu sefer hükümet dosyayı almış. Sehun'nun şüphelisi olduğu bütün dosyaları tekrardan araştırmaya açmışlar"
"Nasıl olsa bir şey bulamayacaklar." Rahat bir şekilde arkama yaslandım.
"Davayı alan ajanlar oldukça yetenekli oldukları söyleniyor. Daha önce sonuçlanmamış vakaları yok" Bu sefer Tao söze atladı. Benim aksime endişeliydi, bu her halinden belliydi.
"Ajanları tanıyor muyuz?" Lay konuşmanın başından beri koruduğu sessizliğini bozarak sordu. Herkesin yüzü birden Tao'ya dönmüştü. Tao'nun dudakları aralandı. Masadaki her bir kafa o dudaklardan çıkacak isime odaklanmıştı.

Klişe // SekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin