Her sabah olduğu gibi diğer periler ormanı kontrol etmem için kapımı kırarcasına çalmaya başlamışlardı.
"Ne kadar çok uyuyorsun. Çık dışarı!"
"Hemen ormana git gerzek!"
"Kalk yoksa seni öldüreceğim!"
Söylenmelerine gözlerimi devirip ciğerlerime çektiğim havayı yavaşca dışarı vermiştim. Her gün bunlara nasıl sabrettiğimi bilmiyordum.
"Gideceğim iğrenç yaratıklar! Bir rahat verin" dediğimde sesler kesilmişti.
Onlar gider gitmez yatağımdan kalkmış, Üzerimi değiştirip dışarı çıktığımda ormanın kokusunu derince içime çekmiştim. Böyle eşsiz bir kokuyu başka hiçbir yerde bulunmazdı.
Temiz havayla harmanlanmış çiçek kokusu ve şelalenin yeni ıslattığı taşların yarattığı o müthiş kokuların birleşimi inanılmaz bir şeydi.
Küçük adımlarla ormanın içini turlamaya başlamıştım. Gözlerim etrafı tarayıp bir aksilik arıyordu ve bulmuştu da.
Sincapların unuttuğu meşe palamutları sayesinde yeni büyümeye başlayan fidana gülümseyerek yaklaşmıştım.
"Merhaba küçük şey, nasılsın?" deyip küçük fidanın yanına yavaşça oturmuştum.
"Ah! çok iyiyim teşekkür ederim"
Gülümseyip yeni çıkmaya başlayan fıstık yeşili yapraklarını sevmiştim nazikçe. Her an kopacaklarmış gibi duruyorlardı.
"Şimdi seni biraz büyütelim" demiştim ellerimi köklerinin bulunduğu toprağın üzerine koyarak. Yavaşca büyümeye başladığında fidanın hissettiği mutluluğu hissedebiliyordum.
Benim boyumu biraz geçtiğinde ve güneşin ona gelmesini sağlayacak şekilde büyüdüğünde biraz da olsa kalınlaşmış gövdesine sarılmıştım.
"İşte oldu. Bak artık benden de uzunsun" demiştim yumuşak bir sesle. Mutluluğu iki katına çıkmıştı. Ben de onu mutlu ettiğime sevinmiş, kıkırdayarak gövdesini öpmüştüm.
Ormanın içinde ıslık çalarak ilerlemeye devam ederken sanki izleniyormuşum gibi hissediyordum. Bu his bir haftadır peşimi bırakmıyordu. Arkama baktığımda bir şey olmuyordu ama arada çıtırtılar da duyuyordum. Bir hayvan olabileceğini düşündüğümden fazla umursamamaya çalışıyordum.
Düşüncelerimin arasında yürümeye devam ederken çalıların arasından minik bir tavşan sıçramış, ben de korkudan sıçramıştım.
"Hay anneni!"
Arkamdan bir gülme sesi gelince kafamı hızla o yöne çevirmiştim ama kimseyi görememiştim. Ağaçlardan gelmiş olmalıydı. Önüme dönüp kıkırdayarak küçük tavşanı kucağıma almıştım.
"Beni korkuttun" demiş ve kabarık ama bir o kadar da yumuşak tüylerini okşamıştım. Hoşuna gitmiş olacak ki bedenini elime daha çok itmişti. Gülümseyerek yumuşak tüyleri sevmiş, yoluma devam etmiştim.
"Dün sana benzeyen bir Elfle tanıştım" demiştim Elfin deniz mavisi gözlerini düşünerek.
Söylediklerim tavşanın ilgisini çekmişti. Kafasını yukarı kaldırıp yüzüme bakmıştı. Çok tatlıydı.
Kıkırdayıp sürekli titreyen burnuna küçük bir öpücük kondurmuştum. Biraz daha böyle bakarsa kesinlikle bu minik şeyi ısıracaktım.
"Biliyor musun? O benim lanetimde yazan kişiymiş. Bizzat test ettim ve onayladım"
Elimdeki tavşan, acıktığını söylediğinde etrafta yiyebileceği bir şeyler aramıştım. Küçük bir böğürtlen çalısı gördüğümde oraya gidip oturmuş ve kucağımdaki tavşana birkaç tane böğürtlen yedirmiştim. Karnı doyunca teşekkür edip zıplaya zıplaya çalıların arasında kaybolduğunda yoluma devam etmiştim.
Ormanı dolaşmayı bitirdiğimde her gün yaptığım gibi göl kenarındaki taşa oturmuş ve ayaklarımı suya sokup Jimin'in yorgunluğumu almasını beklemeye başlamıştım. On saniye bile geçmeden yanımda bitmiş ellerini bacaklarıma koymuştu.
"Taehyung!" demişti endişeli bir sesle.
Ben de ne zaman anlayacak diye
bekliyordum zaten."Evet Jimin, aşık oldum~"
yaptığım şirinliğe rağmen yumuşamamış, dehşete düşmüş ifadesiyle donup kalmıştı."Rahatla Jimin bir şey yok"
dediğimde kaşlarını çatmış ve bacaklarımı sıkmıştı."Ne demek bir şey yok aptal! Öleceksin..."
"Biliyorum ama ölmeye de bilirim değil mi?"
"Orman Tanrıçası karşılıklı aşkın yüzde üç ihtimal olduğunu bildiği için bunu lanet olarak seçti Taehyung. Öyle bir şey olmayacak biliyorsun" dediğinde sıkıntıyla nefes vermiştim.
"Biliyorum ama belki yüzde üç ihtimal..."
Devam edemediğimde Jimin yanımdaki kayaya çıkıp bana sıkıca sarılmış ve saçlarımın arasına öpücükler kondurmuştu.
"Nasıl oldu bu?"
"Dün eve doğru koşarken takıldım ve bir Minotor beni yiyecekken o beni kurtardı"
Benden biraz ayrılıp yüzümü incelemişti. Yüzünde yine dehşet içeren bir ifade vardı.
"Bir Elfe mi aşık oldun? Taehyung sana inanamıyorum!"
"Sanki aşık olacağım kişiyi ben seçiyormuşum gibi konuşma Jimin. Lanetimde kim yazılıysa o" derince iç çektikten sonra bana tekrar sarılmış ve saçlarımı okşamıştı.
"Ben korkudan ne dediğimi biliyor muyum sanki?" demişti sakince. Bir süre saçımla oynamaya devam ettikten sonra durmuştu.
"Neden durdun? Hoşuma gidiyordu"
Tekrar okşamaya başladığında kulağıma eğilip fısıldamıştı. "Birkaç gündür seni endişelendirmemek için söylemedim ama biri bizi izliyor"
Sezgileri kuvvetliydi ve ona bu konuda çok güveniyordum.
"Arkamda Taehyung. Yavaşça kafanı kaldır ama belli etme" diye fısıldadığında hızlı bir şekilde kafamı kaldırmış ve bir çift mavi gözle karşılaşmıştım.
Anında o tanıdık sızı kalbimi ele geçirmiş, donup kalmıştım. Bu gözleri nerede görsem tanırdım çünkü bu gözler benim lanetimdi.
"Jimin, bu o" demiştim titrek bir sesle.
Jimin'in gözleri büyümüş ve hızla arkasına bakmıştı. Mavi gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmazken kalan son can kırıntılarım suya akıp gidiyordu. En sonunda beni daha fazla öldürmek istemezmiş gibi hızla arkasını dönüp gözden kaybolduğunda olayın şokunu atlatmaya çalışmıştım. Sinirli görünüyordu. Fazlasıyla hem de.
†
Gördüğüm rüyadan uyanmama sebep olan kırılma sesiyle gözlerimi araladığımda iri siyah bir gölge pencerenin önünden geçmişti.
Büyük ihtimalle bir yaratık içeriye girmeye çalışmış ve saksıyı düşürmüştür diye düşünüp tekrar uyumuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Curse •taekook•
FanfictionPeriler ilk görüşte aşık olur ve olduklarında bunu hissederler. Eğer aşık olduğu kişi, aynı aşkla kendisine karşılık vermezse, o peri kısa bir süre içerisinde ölür. Bu perilerin lanetidir. Zamanında güzelliklerinin, güçlerinin ve ölümsüzlüklerinin...