10#

637 40 4
                                    

Bölüm notu; Bölümde geçen hastalık aslında yok, ben müthiş uydurma yeteneklerimle uydurdum bilgilerinize

*

Benden daha canlı biri cevap veremeyeceğimin bilincine varıp, bir göz açıp kapanış süresinde soluk bir kâğıt parçasına ve yanında duran kırık bir kaleme dönüştü. Kâğıdın üzerinde belli belirsiz az önce bana sorduğu sorunun sayısız izleri vardı. Sanki birisi daha önce bu soruyu defalarca kâğıdın belli yerlerine yazmış da, ardından silmiş gibi. Kalemi elime alarak "İnsanları bir kalem olarak görmeye başladığımdan beri." Diye cevap yazdım sayfanın en alt kısmına.

Ama dikkatimi çeken şey cümlemin parçalanmaz bir bütün olarak duruşu değil, kurşun kalemin kâğıtta bıraktığı renk oldu. Katran kadar siyahtı. Bu kalem benim olmalı, diye düşündüm parmaklarımın arasında renginden haberi varmış gibi duran kaleme bakarak. Bir kalem katran kadar siyah yazıyorsa, ancak benim olabilir. Ancak katran kadar yoğun ve boğucu olursa, o kalem; benimdir.

Kâğıt, bir insanın yüzünü buruşturduğu gibi buruşarak elimden düşerken bu sefer gerçekten cevabımı almış oldum.

İnsanların tonu, dedim kendi kendime. Ses tonu gibi değil, renkten renge açılıp koyulaşan bir ton. Tek bir kalemin yazdığı, farklı tonlarda ama farklı duygularda kokan bir ton.

Renkler, dedim ardından. Gözümde, bir şeyin bana göründüğü renkler gibi değil. Duygulara karşı gözümün büründüğü renkler gibi.

Ve gözümdeki şekli, diye düşündüm. Bir çocuğun kâğıda mutlulukla yansıttığı resmi doldurması gibi değil, birinin ötekine karşı göz doldurması gibi.

Kalemler ve kâğıtlar, kelimeler ya da resimler, ses tonumu diğerlerine karşı yitirdiğimden beri koyulaşan bir kalemdim ben.

Mert elini gözümün önünde sallayarak yüksek bir sesle "Efe!" dedi. Transtan çıkmış gibi yavaşça kafamı kaldırırken ona baktım. "Kaç defa sana seslendim." Dedi kızarcasına. Ardından kafasını sanki bu olay hiç olmamış gibi varsaymak istercesine sallayarak "Nihal Hanım'a haber verdin mi?" diye sordu. Kafamı onaylarcasına salladım. "Tamam." Dedi rahatlarken. "Peki, sahibi nerede?"

"Buradayım."

Arkamdan gelen sesle yavaça dönerek Çakılla beraber bize doğru hızlı adımlarla ilerleyen kıza baktım. Onun gözleri benimkilerin odağının çok uzağında, toprağın sindirmiş olduğu kan öbeklerine takılmıştı. Surat ifadesine aniden yerleşen endişe duygusuyla kafasını kaldırırken onu izlediğimi fark etti ve kendini toparlayarak yanımıza geldi.

Tek ayağı üzerine çökerken bir elini dengesini sağlamak için yere koydu. Öteki elini alnına koyarken ne yapması gerektiğini düşündüğüne emindim. Dudaklarını birbirine bastırırken önüne düşen saçları sertçe geriye itti ve bütün nefesini dışarı vererek "Ne zamandır böyle?" diye sordu.

Aramızda cevap verecek tek kişinin kendisi olduğunun bilinciyle Mert, ilk önce bana bakarak tahminen ona mesaj atmamın üzerinden ne kadar zaman geçtiğini düşündü. Ardından "On dakika kadar." Dedi. "Şimdi de kliniğe götürecektik." Dedi onu sakinleştirmek istercesine. "Araba fazla uzakta değil ve kanaması da açık yara sonucu bir şey değil. Onu taşıyabiliriz."

Kız başını onaylarcasına sallarken "Kanamasının yaradan kaynaklanmadığını biliyorum." dedi. Üzgündü, ama bu duyguyu cümlesine yansıtırsa paniğe kapılacak gibi konuşuyordu. Mert ise bir kulağı onda olduğunu bildiğim halde, kıza bakmadan kafasını sallayıp bir şeyler çözmek ister gibi gözlerini köpeğin üzerinde gezdirdi. Ardından ikisi de aynı anda "Dişilik Hastalığı." dediler.

GünlükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin