6#

1.1K 65 20
                                    

Bu bölüm kısa, hem Çakıl - Efe ilişkisini tanımanız açısından hem de devamı niteliğinde yazdığım bölümün Efe'ye ağır psikolojik baskı uygulayacağından arada bir bölümlük boşluk bırakmak istedim.

Neyse, önceki bölümde iki kişi haricinde kimse beni takmadı. O iki kişiye gerçekten teşekkür ederim, ki onlar kim olduğunu gayet iyi biliyor. Verilen ilgiye göre bölümleri yüklerim demiştim ama kimseyi zorlamamaya karar verdim. Zorla güzellik olmaz sonuçta.

Keyifli okumalar.

🐜

Defteri incelemeye fırsat bulamadan çiselemeye başlayan yağmurla birlikte, elimdeki defteri aceleyle çantama atarak hızlıca eve ilerlemek zorunda kaldım.

Eve doğru attığım her bir adımla, sanki inatlaşıyormuş gibi hızlanan yağmur sayesinde yolum çabuk geçmişti. Bahçe kapısını aşarak ilerledim ve verandanın koruması altına girdim. Pantolonumun ıslanmış cebinden zar zor çıkardığım anahtarı titreyen parmaklarla kilide sokmaya çalışırken, kapının arkasından gelen tırmalama sesleri ve huysuzlanmaları duyabiliyordum. Dikkatlice kapıyı aralayarak kafamı kapıdan uzattım. Uzatır uzatmaz ise halının üzerine uzanmış Çakıl'ı görmem bir oldu.

İçeri girip Çakıl'ın yağmurlu havayı görmemesini dileyerek aceleyle kapıyı kapattım. Eve varmanın verdiği rahatlamayla çantamı ve anahtarımı bir köşeye fırlatırken, ayakkabılarımı çıkarmayı es geçip kapının dibine yorgunlukla çöktüm.

Çakıl'a baktım. İlk başta kendine has sesler çıkararak halıda yuvarlanıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Sonra patisini ayakkabıma atarak mırıldandı. Benim ilgimi çekmeye çalışıyordu.

Biraz daha kıvranışını izledikten sonra kıyamayıp elimle gelmesini işaret ettim. Beni ikiletmeden üzerime atladı.

Burnunu benim boynuma gömüp hafifçe yaladı. Bu onun "Seni özledim." deme şekliydi. Bende ona cevap verircesine sımsıkı sarılarak, hislerimizin karşılıklı olduğunu hissettirmeye çalıştım.

Çakıl benim her şeyimdi. Bu akıllı köpeği, şansın bana güzel yüzünü gösterdiği tek an, annemin ölümünden haftalar sonra yine mezara giderken bulmuştum. Ruh israfı bir kaç gereksiz serseri tarafından öldüresiye dövülmüş, yaralı bir halde sağanak yağmurun dövdüğü soğuk kaldırımın kenarında ölümüne ramak kala bulduğumdan beri benimle aynı evde kalıp yalnızlığımı paylaşıyordu.

Aniden gözümün önüne ilk halleri geldi. O kadar korkmuş ve yabanileşmişti ki, ona dokunamıyordum bile. Haftalarca dışarı adımını bile atmamıştı. Yemek yemiyordu, sürekli ağlayıp bir yerlere saklanıyordu. Ona kaloriferin yanına yer yapmıştım, ara sıra oraya gidip sırtını sıcak yere yaslayarak saatlerce kıpırdamadığı bile oluyordu. Birde dayak yediği günden kalma korkusu vardı. Çakıl, bırak ıslanmayı, suya dokunmaktan bile çekinir olmuştu. Bu korkusu hala da devam ediyordu. Bazı zamanlar yağmur yağdığında ağlayarak gelir yanıma gelip yatardı. Bu yüzden yağmuru görmesinden fazlaca çekiniyordum.

Gözlerimi sıkıca yumarak ona daha sıkı sarıldım. Altın sarısı tüylerine burnumu gömerken kendi kokusuyla beraber, onu her dışarı çıkardıktan sonra eve getirdiğimde, patileriyle etrafı batırmasın diye ayaklarını sildiğim tarçınlı suyun kokusunu aldım.

İşte huzur tam olarak bu kokuydu. Bana evim gibi hissettiriyordu. Dört duvar arasında olan evim gibi değil, tam olarak "Evim" gibi.

Kafamı eğip Çakıl'ın burnundan öperek "Beni hiç bırakma, olur mu?" diye mırıldandım içten içe.

Çoğunlukla yanında konuşmazdım. Konuşmamayı benimsemiştim çünkü. Yine de biliyordum, ben konuşmasam bile beni anlıyordu. Ben ne hissedersem onun da aynı şeyleri hissettiğinden o kadar emindim ki kelimeleri çoğu zaman unutuyorduk. Yine de ara sıra konuştuğumda hep aynı tepkiyi verirdi. Birkaç kere havlar, heyecanlanarak beni tırmalardı.

Onu ağır hareketlerle severken kısık sesle konuşmaya başladım. "O gün, seni döven o serserileri bulabilseydim eğer," dedim kırçıllaşmış sesimle "seni o gün bulduğumdaki halinden bin kat daha beter yapardım onları Çakıl, yemin ederim yapardım bunu. Orada seninle ölecek olsam bile onları gebertirdim. Bunu biliyorsun değil mi?" diye sordum. Tek yaptığı üzgünce mırıldanmak oldu. Devam ettim.

"Onlardan ne kadar nefret edip iğreniyorsam, seni o kadar çok seviyorum. İyi ki varsın oğlum." dedim başını okşayarak.

Boynumda hissettiğim soğuklukla beni yaladığını anlayarak üzgünce iç çektim. Homurdanarak kulaklarını oynattı. Kulağına uzandım ve hafifçe kulağını kaşıdım. Huzursuzdu.

Derin bir nefes alarak devam ettim. "Bugün bende hiç iyi hissetmiyorum oğlum." dedim aynı şekilde, huzursuzca. "Bugünü bırak, hiçbir gün iyi hissetmiyorum."

"Sende annemizi her zamankinden fazla özlemiyor musun?"

Çakıl, annemi hiç tanımamış olabilirdi. Ama muhtemelen onun bendeki varlığını da hissediyordu. Bu yüzden onun hakkında rahatça konuşuyordum.

"Ne dersin? Bugün onun yatağında yatalım mı?"

Çakıl ayaklanarak annemin odasının önüne gitti. Başta burnunu kapının altına sokarak içeriyi kokladı sonra da kapıyı ittirerek gözden kayboldu. Yatağın üzerine çıkarak beni beklediğinden emindim. Yerimden zorla kalkarak kapının önünde durdum ve içeriye baktım. Tahmin ettiğim üzere Çakıl, yatağın üzerine kıvrılmış bir halde beni bekliyordu. Benim geldiğimi görünce kafasını kaldırdı. Sonra patisiyle yastığa vurarak gelmemi işaret etti.

Ağır hareketlerle kapıyı kapatarak büyük pencerelerin önüne doğru gittim ve bir süre yağan yağmura baktım. Çok hızlı yağıyordu, neredeyse fırtına çıkmıştı. Çakıl kadar şanslı olmayan diğer köpekleri düşündüm, evsiz bir halde, dışarıda ne yaptıklarını.

Gözlerimi kapatarak kafamı cama yasladım. Onlar için yapabileceğim fazla bir şey yok, diye teselli etmeye çalıştım kendimi. Ben dahil, herkesin payına yeterince adaletsizlik düşüyor zaten. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, dışarıdaki yağmur sonunda hep adaletsiz olacak.

Kadife perdelerin ucundan tutarak kendime doğru çektim ve odayı karanlıkta bıraktım. Daha fazla dışarıya bakarsam işler daha kötüye gidecekti, biliyordum. Ama bu gün o kadar yorgundum ki kendime daha fazla yüklenmemem gerektiğinin de bilincindeydim. Yatağa ilerleyip örtüyü açtım ve Çakıl'ın kalkmasını bekledim. Huysuzlanarak kalktı ve içeri gitti. Yatağa uzanıp geri gelmesini bekledim, elbet gelecekti.

Bir kaç dakika sonra aynı huysuzlukla içeri girdi, karanlık olduğu için sadece sesini duyabiliyordum. Uzanarak yanımdaki lambayı açtım ve çantamın sapından tutmuş bir halde, sürükleyerek bana doğru gelen bir Çakıl gördüm. Yatağın kenarında durarak bana baktı ve havladı. Bu havlamayı biliyordum. Kendini yabancılara karşı savunma şekliydi, biraz önce yumuşak bir yastık kadar rahat olan Çakıl, vahşileşerek yabancı kokusu aldığını anlatmaya çalışıyordu.

İlk başta neyi kastettiğini anlamayarak boş boş ona baktım. Ama sonra, beynimde şimşekler çaktı ve kara bir tabeladan ibaret olan yazıyı aydınlattı;

Defter.

Çakıl'ın ağzındaki çantayı almak için uzanmıştım fakat Çakıl'ın hırlamasıyla durdum. Takındığı vahşi duruş, ona karşı gelmem için uygun zaman olmadığını söylüyordu. Bakışlarında ise her zamankinden farklı bir bakış vardı.

Kıskançlık gibi.

Neyden kıskanacaktı ki? Kimsem yoktu. Ancak başka bir köpeğin kokusunu aldıysa böyle olabilirdi. Böyle bir ihtimal de yoktu zaten. Defteri almayı bir kenara bırakarak sadece Çakıl odaklı uzandım ve boynunda parmaklarımı gezdirdim. Bu onu sakinleştirirdi.

Biraz sonra boşta kalan elimle, el verdiğince örtüyü açtım ve yatağa vurarak ona işaret verdim. Çantamı bırakarak yanıma uzandı. Lambaya uzanarak odayı tekrar karanlıkla kaplarken örtüyle üzerimizi örttüm ve yanımda hırıltılarla yatan Çakıl'a dönerek gözlerimi kapattım.

Karanlıkta dakikalar birini hızla kovalarken pencereye vuran yağmur damlalarının sesinin ardından gelen sert rüzgar, bana eski anıları hatırlatıyordu.

Ve tek kelimeyle, huzursuzluğu.

Günün getirdiği yorgunlukla beraber gözlerimi kapatırken hissettiğim tek şey tamamıyla yalın bir huzursuzluktu.

🐜

GünlükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin