BÖLÜM II

9.5K 572 221
                                    

"Üzerime attığım her toprak, çocukluğumu yüzeye daha çok yaklaştırıyor.

Çabalıyorum, çabalıyorum ama bir türlü ölemiyorum..."

BORANLI...

Kocaman gösterişli tabelanın altındaki büyük kapıdan içeri girerken adımları seri, ruh hâli de bir o kadar bulanıktı. Öylesine öfkeliydi ki ne kendisini selamlayan güvenlik görevlilerini ne de katlarda bulunan çalışanları gözü görüyordu. Üzerine çöken karabasan, gözlerinin önüne sisli bir perde gibi inmiş, tüm duyularını dış dünyaya kapatmıştı. Asansöre binip kapıların kapanma sesini duyana kadar da tuttuğu nefesini geri bırakamadı.

Bütün gece küp gibi içmiş olmasına rağmen babasıyla yaptığı o konuşmanın ardından gözünü bir türlü uyku tutmamıştı. Kaybetmek, yenilmek, normal hayatında bile kullanmaktan çekindiği kelimelerken şu an içinde bulunduğu durumu düşündükçe aklını kaçırmaması işten bile değildi. Özellikle de gizliden gizliye rekabet hâlinde olduğu babasına karşı bu duruma düşmek! İtiraf etmesi zordu, kabullenmesi ise daha zor. Çünkü biliyordu ki onu asıl öfkelendiren şey anlaşmanın iptali filan değil, Vedat Boranlı'nın karşısında o duruma düşmekti.

Vedat Bey, evvelden beri hep böyle mesafeli ve ciddi biriydi. Sadece oğluna karşı değil, yanında bulunan herkese karşı aynı katı duruşunu sergilerdi. İşleri onun için her şeyden hatta herkesten daha önemliydi. Çalışmak tek sermayesi, başarıysa en temel gayesiydi. Arın, hiçbir zaman babasıyla ortak bir şeyler yaptıklarını hatırlamazdı. Arkadaşları babalarıyla hafta sonları maçlara, sinemalara, tatillere giderdi. Arın'ın çocukluğuna dair hatırladığı anılarında bunların hiçbirine yer yoktu. Bugün kendisinin de bu kadar katı, ruhsuz ve hayatın tadını unutmuş bir tip oluşunu da hep buna bağlardı. O, Vedat Boranlı'nın oğluydu, bir şey yapıyorsa bu en iyisi olmalıydı. En iyi işi yapmalı, en iyi okullarda okumalı, en iyi yerleri gezmeli, en iyi kadınları seçmeliydi. Kısacası, hayatı hep enler üzerine kuruluydu fakat babasının ona çizdiği bu hayat çizelgesinden ara ara şaşmaktan da ayrı bir haz duyuyordu. Bu, kendince bir kabuğunu kırış ya da içten içe babasından aldığı bir intikamdı.

Şu anda hissettiği öfkenin de klasik bir Vedat Boranlı tavrı olduğunu biliyordu. Zira onu gören herkesin gözlerindeki dehşet dolu ifade bunun habercisiydi.

"Fahriye Hanım, hemen bana Sezer'i yollayın!" diye bağırıp, kadının yüzüne bile bakmadan odasına girdi ve kapıyı gürültüyle kapattı. Odaya girdiği anda elindeki iş çantasını hızla koltuklardan birinin üzerine fırlattı. Kravatının boğucu derece sıkmasına öfkelenip sağa sola gererek gevşetti. Evden öyle bir telaşla çıkmıştı ki saçlarına doğru dürüst şekil bile verememişti. Parmaklarını saçlarının arasına daldırıp hırsla çekiştirdi.

"Geri zekâlı! Aptal!" derken kendine kızıyordu. "Bu nasıl olur?" diye söylenip ofisin içinde bir sağa bir sola gezinmeye başladı. Çok geçmeden açılan kapı kendiyle verdiği savaşın da sonu oldu. Panikle odaya giren Sezer, bakışlarını Arın'ın yüzüne kilitledi.

"Hey! Ne bu hâlin?"

Ardından kapıyı yavaşça kapatırken Arın'ın dağınık saçlarına, kan çanağı olmuş yosun yeşili gözlerine baktı. Eve gittiğinden beri hiç uyumadığı durumunun perişanlığından anlaşılıyordu ve belli ki bunun bedeli çok ağır olacak bir sebebi vardı.

"Ne oldu yine, neyin var?" Sezer'in kısılan sesinin sebebi Arın'ın ona dönen keskin bakışlarıydı. Sezer o bakışlarda ilk defa şüpheyi gördü.

"Buraya gel!" diye bağıran Arın, ceketinin uçlarını havalandırdığı gibi ellerini beline koydu. "Ne olduğunu gerçekten de bilmiyor musun?" Arın'ın sözlerindeki gizli ima Sezer'in gördüklerini doğrular nitelikteydi.

BORANLI (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin