"BÖLÜM XXXIII"

2.5K 320 92
                                    

Ayaza yabancı kar taneleri gibi acemice hareketler yapan Dilem o an ne kadar komik olduğunun farkında değildi. Kesik kesik nefesler alıyor, bir üşüyüp bir hararet basan yüzünü avuçlarıyla teselli ediyor, boşta kaldığı zamanlarda da hırkasının cebinde bulunan cep telefonuna kaçamak bakışlar atıyordu. Telefonu haftalardır olduğu gibi sadece Mimoza'ya rezervliydi. Ondan başka hiç kimse ne arıyor ne de soruyordu. Bu gecenin bir diğer heyecanını da Dilem'e yaşatan yine oydu. Korkut'un ani gelişinin ardından gelen mesaj Dilem'i olmadık beklentilerin içine sürükledi fakat mesajı görür görmez heyecanı bir buz tanesi gibi eriyip yok oldu.

"Abimi durduramadım. İlla Dilem'e gideceğim diye tutturdu. Umarım her şey yolundadır. Sonra mutlaka beni ara!"

Korkut'un bu beklenmedik hamlesi, kendisi kadar Mimoza'yı da tedirgin etmişti belli ki ama ortada pek de korkulacak bir durum olmadığı yola çıktıklarından beri Korkut'un sakin tavırlarından anlaşılıyordu.

Yarım saat olmuştu evden çıkalı ve mahallenin sonunda bulunan harabenin önüne gelmek üzerelerdi. Burası sessiz ve tenha olmasının yanı sıra küçükken hep birlikte oyunlar oynadıkları, anılarla dolu sığınma köşeleriydi. Korkut, Dilem'le rahatça konuşabilmek için burayı seçmişti. Bu yüzden babasından izni koparmak da çok zor olmamıştı.

Ezelden beri Muzaffer'in ona güveni tamdı. Tüm o yaşananlara rağmen de hâlâ güvenmeye devam ediyordu. Yavuz'un yaptıklarını her ne kadar tasvip etmese de neredeyse bir ömrü birlikte geçirdikleri o aileye bir türlü kırılamıyordu. Korkut'un ayağının tozuyla kendini buraya atmasının bir nedeni de buydu. Yapılan hataları telafi etmek ve kendini Dilem'e en doğru şekilde ifade edebilmek için... Herkesin ikinci bir şansa ihtiyacı vardı ve Dilem'in nihai bir karar vermeden önce Korkut'un bu olayın neresinde olduğunu öğrenmesi gerekiyordu.

Korkut da Muzaffer'in bu düşüncelerini boşa çıkarmadı. Yol boyunca anlattığı hikâye, babasının böyle bir şey yapmaya neden gerek duyduğunu anlamlandıramadığı cümlelerden ibaretti. Dilem'e karşı beslediği hisler onu da bir parça öfkelendirmişti, bunu inkâr edemezdi. Sevdiği kızı başkasına kaptırmış her âşık kadar o da Arın'a öfkeliydi. Hatta birçok defa kendini Arın'la köy meydanında kıran kıran bir kavganın içinde hayal ettiği bile olmuştu fakat birliğine dönüp salim kafayla düşündüğü o uzun gecelerde vardığı tek sonuç, Dilem'in aşkını bu şekilde kazanamayacağıydı. O, böyle biri değildi. Dilem de bu tür şeylere tav olacak biri hiç değildi. Murat haklıydı. Dilem'e olan duygularını açmak için Korkut'un tek bir şansı vardı ve hazır her şey bu kadar muğlakken bu şansı iyi değerlendirmeliydi. 

"Dilem, hey!" Korkut'un sesindeki uyarı Dilem'i kendine getirdi.

"E- Efendim..." diyerek sıçradı.

Korkut aylardır hasret kaldığı o yüze bir kez daha baktı fakat bu seferki bakışı geçmişlerinin rahatlığından izler taşımıyordu. 

"Daha ne kadar suskun kalacaksın?" 

Dilem, kaçmaktan yorulduğu o soruyla nihayet yüzleşti ama hissettiği şey bir rahatlama değildi. Bu gece burada olması kadar, birazdan aralarında geçmesi muhtemel sohbetin tuhaflığına duyduğu yabancılığı da bir türlü bastıramıyordu.

"Ben..." dedi fakat cümlesinin sonunu getiremedi. Ne diyebilirdi ki? O Korkut'tu. Yıllardır bir kardeşten belki de bir ağabeyden farklı görmediği Korkut, şu an yanında aşkını ilân etmek için onun ağzından çıkacak en ufak bir söze muhtaç bir hâlde gözlerinin içine bakıyordu. Bekledi. Madem bu konuşmayı yapmak isteyen Korkut'tu, ilk hamleyi de o yapmalıydı.

Korkut da bunu anlamış olacak ki bu sessizliği daha fazla uzatmadı. 

"Dilem, biz ne zaman bu kadar yabancılaştık birbirimize?" 

BORANLI (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin