Ertesi sabah normal kraliyet saatlerinden daha geç uyandım. Bu kendi sarayım da yaşamanın en büyük avantajlarından olabilirdi. Ayrıca sabah kalktığım da Prens yanımda değildi ama altına giydiği pijama yerde duruyordu. Bizim evde daha edepli giyinmesinin nedeni tahminimce o sıralar bizim sarayda oluşuydu? Çünkü burda üstsüz yatıyordu.
Yatakta doğrulup gerindim. Tuhaf ve bir o kadar da sakin hissediyordum. Yataktan indim. Adımlarım yarı kapalı gözlerimle beni banyoya sürükledi. Sonra da üzerimi değiştirmek için giyinme odasına girdim. Dün gece hemen gözlerimin önüne dökülmeye başlayınca utançla inledim. Rezillik.
Üzerime düz zümrüt yeşili fazla kabarık olmayan bir elbise giyip köyü kahve gür kıvırcık saçlarımı omuzlarımdan aşağı saldım. Neredeyse belimdeydiler. Yüzüme bir şey sürme gereği duymayarak odadan çıkıp merdivenleri inmeye başladım.
Ortalıkta hiç saray çalışanı görünmüyordu. Bu alışagelmişin dışında birşeydi benim için. Etrafa bakınarak ilerlemeye devam ettim. Saray her zamankinden farklı olarak daha az şatafatlıydı. Yine de ağır işlemeler ve oyuklar vardı ama kendi sarayımızdan daha sadeydi. Bunu sevdim.
Uzun bir merdiven yolculuğundan sonra Prensi hâlâ göremedim. Büyük girişe gelip etrafımda şöyle bir döndüğümde bahçeden sesler geldiğini duydum. Nal sesiydi. Hızla kapıya ilerleyip dışarı çıktım. Gözümün alabileceği kadar büyük bir bahçe vardı. Bahcivanların burda baya uğraştıkları belli oluyordu. Renk renk çiçekler ve düzgün kesim çalılar vardı. Prenste bahçenin sonlarına doğru koyu kahverengi bir atın üstündeydi. Ara sıra gülüyor hırçın atı dizginlemeye çalışıyordu. Bir süre etrafı (prensi) izledikten sonra Prensle gözgöze geldik. Beni görünce gülümseyip atı arka tarafa sürmeye başladı. Tahminlerime bakılacak olursa ahıra. Bende ileride gözüme ilişen küçük gölete ilerledim. Hayal dünyasından fırlamış gibi güzel bir bahçede etrafı rengarenk çiçekler olan bir gölet di. Hemen yanında da bir bank öylece duruyordu. Gidip oturdum. Ortam saatlerce durulacak kadar sessiz ve huzurluydu. Eski sarayda da hep vaktimi gölet de geçirirdim. Suyu severdim. Gözlerimi kapatıp anın tadını çıkarmaya başladım.
"Günaydın. Senin de sevdiğin birşeylerin olmasa ne kadar hoş Prenses." dedi. Gözlerim Prensin sesiyle aralandığında onu hemen karşımda ki ağaca yaslandığını gördüm.
"Ok atmayı ve at binmeyi de severim" diyerek sırıttım. O da güldüğün de bakışlarımı tekrar gölete çevirdim.
"Annem Ve Kraliçe Cassandra delirmiş durum da. Sabah erkenden 2 süvari yollayıp bizi uzun bir fırça törenine çağırdı." dedi. Bakışlarım dehşetle yüzünü bulduğunda omuzlarını silkti.
"Ne yapacağız?" dediğim de bilmiyorum der gibi dudak sarkıttı.
"Şuan bir nevi bal ayında olduğumuz için bir çeşit dokunulmazlığımız var. Umalım ki kaçışımız çabuk unutulsun." diyip güldü. Bende güldüğüm de o gülmeyi kesip gülen yüzüme baktı.
Bakışlarımı kaçırıp tekrar gölete döndüğüm de
"aç mısın?" diye sordu. Sessizce başımı salladım.
"Gel o zaman" diyerek yaslandığı ağaçtan çekilip saraya yürümeye başladı. Saraya gittiğimiz de mutfakta birşeyler atıştırdık. Sadece ikimiz olduğumuz için sıkıcıydı. Oldukça.
"Saraya erken dönsek ne olur?" diye sorduğum da bana aptalmışım gibi baktı.
"Sonumuz olur. Gölette söylediklerimi ne çabuk unuttun." diyip güldü. Muhtemelen öldürülürdük.
***
Balayı oldukça uzun ve orta derece de sıkıcı geçmişti. Bugün de Prensin sarayına dönüyorduk. Odası aynen kalmış, ikimiz için ayrı büyük bir oda hazırlanmıştı. Saray halkı büyük bir hevesle bekliyordu beni. Umduğum kadarıyla samimi ve sıcak insanlarla karşılaşacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prenses Elena
Teen FictionBiraz yüzünü güldürüp, tatlı hayallere kapılmanızı umduğum bir hikayedir :) İyi okumalar.