Ertesi gün sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Uzun soluklu sayılan bir uykunun mahmurluğuyla banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Odaya geçtiğimde Arthur hâlâ uyuyordu. Onu biraz sonra uyandırmaya karar verip giyinme odasına geçtim. Elbisem öğleden sonra gelecekti. Balo da akşamdı zaten. Üzerime günlük bir elbise geçirdim. Normalde günlük elbiseleri de korselerle giyerlerdi ama ben giymiyorum. Eziyet. Bir kere oturup kalkamıyoruz, rahat nefes alamıyoruz. Ama prensler öyle mi giyiyor bol bol sere serpe geziyor.
Bir takım söylenmeler eşliğinde üzerimi giyinip saçımı topladım. Salaş bir topuz yapıp aynadan kendimi süzerken halimden gayet memnundum. Yüzüme bir şey sürmedim. Gözüm kokulara takıldığında Arthurun çiçek bahçesinde söylediklerini anımsayıp onlardan da vazgeçtim. Giyinme odasından çıkıp yatağa yürüdüm. Arthur yüzüstü dönmüş tek kolunu kafasının altına almıştı.
"Arthur" sessiz seslenişim cevapsız kaldı. Biraz daha yaklaşıp tekrar seslendim.
"Arthur uyan" işaret parmağımı çıplak omuzuna deydirip onu dürttüm. Yerinde kıpırdanıp kafasını çevirdi.
"Arthur sana diyorum " diye çemkirdiğimde homurdandı.
"El, uyu." diye mırıldandığında gözlerimi devirdim. Uykucu.
"Hayır kalk kahvaltıya ineceğiz" diyerek onu tekrar dürttüğümde eliyle kolumu kavrayıp beni sertçe yatağa çekti. Afallayıp yatağa düştüm. Düzeltiyorum. Tam olarak Arthurun üzerine kum çuvalı gibi yığıldım. Şaşkınlıkla bakışlarım yüzüne çıktığında hiçbir şey olmamış gibi uykusuna devam ettiğini gördüm. Bir anlığına tuhaf hissettim. Yabancısı olduğum bu an sanki içinde yerimin olduğu eski bir anı gibi gelmişti. Hayatımız böyle ilerlememişte sanki bizim için sıradan bir an yaşıyorduk. Ben göğsünde yatıyordum ve onun çenesi başıma dayanıyordu.
Sesimi bulup zorla
"Arthur" diye mırıldandım. Yelkenlerim su üstünde süzülüyordu. Gerçek anlamda kendimi kaybediyordum..
Kafasını oynattığında bakışlarımı yüzüne çıkardım. Uykulu kısık gözleriyle buluştuğumda zoraki bi gülümseme yolladım. Acilen üzerinden kalkmam gerekiyordu ama yeri de boylamak istemediğimden kımıldayamıyordum.
"Uyumak istiyorum biraz böyle" diye mırıldandığında
"Kahvaltıya geç kalıyoruz " dedim. Bakışlarıyla tekrar buluştuğumda bir şey demeden bir süre öyle durdu. Daha sonra beni yanına devirip(?) oturur pozisyona geçti. Valla bu adam beni sanki oyuncak bebekmişim gibi ordan oraya rahatça savurabiliyordu. Bende yataktan kalkıp üzerimi düzelttim.
"Seni beklememi ister misin?" dediğimde gözlerini ovuşturup kafasını hayır anlamında salladı.
"Sen masaya geç bende şimdi geliyorum " diyerek yataktan kalkıp banyoya yürüdü. Bende kalkıp odadaki boydan aynadan kendime göz atıp yuvarlanmaktan dağılan saçımı düzeltip odadan çıktım.
-
Kahvaltı faslı hızlı bitmiş bir takım muhabbetlerden sonra terzi kadın ve yamakları gelmişti. Gel zaman git zaman sanki düğüne hazırlanırmışcasına hummalı bir süslenme merasimi başladı. Kokulu köpüklerle bir güzel yıkanıp paklanmıştım. Sonra yamaklar kendi başıma iç çamaşırlarımı giymeme müsade etmişti. Hoş onlara kalsa beni bile onlar yıkayacaktı. Ben işimi bitirince giyinme odasına gelip boğul da geber korsesini bağlamaya başladılar.
"Nefes alamıyorum" diye söylendim.
"Kısa süre içinde alışırsınız Prenses" diyerek ipi daha da çekip bağladı. Acilen. temiz. hava. almam. lazım .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prenses Elena
Novela JuvenilBiraz yüzünü güldürüp, tatlı hayallere kapılmanızı umduğum bir hikayedir :) İyi okumalar.