Arthur beni merdivenlerde bırakıp odaya adımladı. Ben de sırtımdaki sızıyı yoksayarak merdivenleri dikkatlice inip çiçek bahçesine gittim. Bu sefer kamelyaya gitmek yerine sarı çiçeklerin arasına yürüdüm. Elimle çiçeklerin narin yapraklarına dokunarak yürümeye devam ettim. Sanki ucu bucağı olmayan bir yol gibiydi. Aklıma dolan düşünceleri parmaklarımdan doğaya akıtıyormuşcasına her birine tek tek dokundum. Bunun böyle bir yere varmayacağı o kadar belliydi ki. Elimizde olmayan nedenlerden hayatımız bambaşka yerlere gelmişti. Belki bunu konuşup bir şekilde atlatabilirdik.
Zaman su misali düşüncelerime akarken saraydan epeyi uzaklaşmış neredeyse bahçenin sonuna gelmiştim. Az ilerimde bir tane muhafız nöbet tutuyordu. Bakışlarım ona döndüğünde onun da bana baktığını gördüm. Kafasını hemen eğip esas duruşa geçti.
"Emredin Majesteleri" diye buyurdu. Bir şey demeyerek başımla selam verdim. Hava kararmadan saraya dönsem çok iyi olacaktı. Çünkü bu bahçe adeta çiçeklerden bir labirent gibiydi. Adımlarımı geri çevirip geldiğim yoldan geri yürümeye başladım. Farkında olmadan o kadar uzaklaşmıştım ki saray gözüme çok küçük görünüyordu.
Yaklaşık 10dakika kadar yürüdüm. Her adımımda nasıl farketmeden bu kadar yürüdüğüme şaşırıyordum. Veya kaybolduğumu düşünüyordum.
"Elizabeth!"
Kulağıma dolan sesle irkilip etrafa bakındım. Yaklaşık 20 metre ilerimde, lalelerin arasından Arthur bana bakıyordu.
"Elizabeth!" diye tekrar seslendiğinde ona doğru yürümeye başladım. Sesindeki minik endişe ve sinir adeta damarlarıma işliyordu.
Yerinde durup ona doğru gelişimi izledi. Gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmıyor, anlam veremediğim bir derinlikle bana bakıyordu. Bu sefer ben de gözlerimi çekmedim. Kendinden emin görünen adımlarla ona yürüdüm. Gözlerim gözlerinde elim narin çiçekleri okşayarak sakin adımlarla ona ilerledim. O da bana ilerlemeye başladığında gözlerimiz yine birbirindeydi.
Benim aksime büyük ve güçlü adımları yolumuzu hemen birleştirdi. Tam önümde durup hiçbir şey söylemedi.
Gözlerine bu kadar yakından bakmak beni utandırdığı için gözlerimi yere indirdim."Zamanın farkında değildim" diye mırıldandım. Göz ucuyla yüzüne baktığımda aynı şekilde bana baktığını gördüm. Tanrım... Bazı şeyleri bu kadar zor kılmak zorunda mıydın...
"Seni bulamayınca endişelendim" diye itiraf etti. Gözlerimi yüzüne çıkınca bana izin vermeden devam etti
"Konuşmamız lazım El,""Olur" diye mırıldandım. Konuşmak ikimiz için de en iyi şey olabilirdi belki de şuan.
Elime uzanıp tuttu. Karşı koymadan ona ayak uydurdum. Beni kamelyaya götürüp oturmamız için iki tane minderi ortaya çekti.
"Üşüyorsan saraya geçebiliriz" dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.
"İyi misin?" diye direttiğinde "İyiyim" diyerek ağrıyan sırtımı görmezden geldim. Karşıma geçip oturdu. Esmer saçları birbirine girmiş yüzünde yorgun bir ifade vardı. Geceden kalmalığını bir türlü üzerinden atamamış gibiydi.
"Bunu en başta anlatmadığım için üzgünüm. Fakat Zor ile aramda olanlar senin tahmin ettiğin seviyeden çok daha gerideydi El." gözlerimi ellerime indirdim. Zoe ve Arthur düşüncesi bana çok garip hissettiriyordu.
"Bir baloda içkinin dibine vurmuşken kuzen Dean tarafından tanışmıştık. Hiçbir zaman ona büyük duygular besleyip o derecede bir ilişki yaşamamıştım."
"Arthur..." diye mırıldandığımda beni dinlemeyerek devam etti.
"Onun bana karşı beslediği duyguların önüne geçmem mümkün değildi ve elimizde olmayan nedenlerden dolayı onunla olan ilişkimiz bu şekilde sonlandı"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prenses Elena
Novela JuvenilBiraz yüzünü güldürüp, tatlı hayallere kapılmanızı umduğum bir hikayedir :) İyi okumalar.