Hükümdar Sensin

288 31 28
                                    

Sayd'i medyaya koymuştum ama gerçekten hayal ettiğim gibi birisi değildi. Bulursam koyarım ama umudum pek yok. Ben kitapta anlattıkça siz hayal edersiniz artık.

Soğuk bir yel esiyor,titretiyordu herkesin içini. Gözümün önünden gitmiyordu babamın sert yüz ifadesi. Hastalanıp yatağa düştüğünde bile kendinden hiç taviz vermemişti. Ama yüzünden anlaşılıyordu yorgunluğu bıkkınlığı. Yılların verdiği kırışıklık ona ayrı bir hava katıyor sönükte olsa parlıyordu yeşil gözleri.

Tabutun üzerine örtülen kaftanıyla naaşı kaldırılmıştı ve kraliyet mezarlığına götürülmüştü. Herkesin altı yaşında olan bana hüzünlü baķışlarının sebebi büyük taht savaşlarında öldürüleceğimdi. On iki veliahtın en küçüğü olmam benim için büyük kayıpken birde henüz altı yaşında olmam ecelimin geldiğini fısıldıyordu adeta.

En büyük abim Marcus yirmi altı yaşında, sonraki Taylor yirmi beş, Cameron yirmi üç, David yirmi iki, George ve Brandon on dokuz, Michael on sekiz, Frank on yedi, Victor on altı, Edward on dört ,Hommen on üç yaşındaydı. Son olarak ben Sayd altı yaşında onların en küçüğüydüm.

Hommen abim yüzündeki hüznü gizlemeye çalışarak yanıma geldi, hafifçe gülümsedi, elini uzattı. Bende elini tuttum ve yüzüme kocaman bir gülücük kondurdum. Babama bir şey olmamıştı ki o bir sürü tatlının ve şerbetin olduğu güzel bahçelere gitmişti. Neden bu kadar üzülüyorlardı sanki. Hommen abimle birlikte saraya girdik. Altın varaklı tavan , altın ve gümüş şamdanlar , çanaklar bir ayna misali parıldıyordu. Taş merdivenlerden yukarı ağır adımlarla çıktık. Odama geldiğimizde bana sıkıca sarıldı ve bana güç vermek istermişcesine bakan gözleriyle gitti. Oda benimle aynı kaderi paylaşıyordu ama onun için daha zordu. Çünkü her şeyin farkındaydı ve tahta geçecek abimizin hepimizi öldüreceğini biliyordu.

Odamdaki masaya ilerleyip kalemi alıp mürekkebe bandırdım. Parşömene önce babamı çizdim. Annemi de çizmek isterdim ama onu hiç görmemiştim beni doğururken ölmüştü. Sonra en büyük abimden başlayıp sırayla tüm abilerimi çizdim. En son kendimi de çizdim. Kaldırıp baktığımda içim mutluluk dolmuştu. Tüm abilerime göstermek istiyordum bunu. Sevinçle kapıdan çıktım. Koşarak merdivenlerden indiğimde saraya giren atlı arabayı gördüm. Diğer abilerimin de geldiğini düşünerek hemen arabaya koştum. İçinden askerler indiler ellerinde bir tabut vardı. Yüzümdeki gülümseme yavaşça solmuştu. Hüzünle askerlere baktığımda ilerlemeye devam ettiler.

Önce Taylor abim sonra Cameron, George, Brandon,Micheal,Frank ve Victor. Sırayla hepsinin naaşı saraya getirilmiş ardından da kraliyet mezarlığına götürülmüştü. David abimin nerde olduğunu kimse bilmiyordu. Savaştan kaçtığı içinse kimse onu önemsemiyordu. En büyük abim Marcus sırayla tüm kardeşlerini öldürmüştü. Sadece David ve üç küçük kalmıştı. David ise savaştan kaçtığı için sorun teşkil etmiyordu . Edward ve Hommen abim savaşacak durumda olmadığı için asılarak öldürülmüştü. Tüm bunlar olurken kimse saklamaya çalışmıyor her şey gözümün önünde oluyordu.

Tam üç ay süren taht savaşları bittiğinde tahta Marcus geçmişti. Bu süreçte büyük sıkıntılar içinde olan ülkeyi ayağa kaldırmak zor olacaktı ama Marcus zekasına ve aldığı eğitime güveniyordu. Uğraşları sonucunda ülkeyi biraz daha iyi duruma getirmişti ancak bu yeterli değildi.

Ben ise sıranın bana gelmesini beklemiştim. Abim Marcus ise odama gelip benimle şu konuşmayı yapmıştı.

-Benden sonra tahta sen geçeceksin ve bu ülkeyi sen yöneteceksin . Bu yüzden şimdi canını bağışlıyorum ancak ben gözlerimi hayata yummadan en ufak baş kaldırışında kelleni alırım.

Bu soğuk sözler o yaştayken bile çok korkutucu ve acımasızca gelmişti. Yinede abime gülümsemiş ve eğilip kaftanını öpmüştüm.

-Siz nasıl arzu ederseniz kralım.

Abimin neden beni bağışladığını anlamasamda bunu umursamamış toz pembe hayatıma devam etmiştim.

-On iki yıl sonra-

On sekiz yaşıma basalı sadece üç ay oldu. Kralla aramızda geçen kısa ama soğuk konuşma aklımda odada volta atıyordum. Kapının tıklatılmasıyla kendime geldim.

-Gir !

Kapı açıldı . İçeriye hizmetkar girdi.

-Prens Sayd. Sizi kral hazretleri çağırıyor.

Kaşım istemsizce yukarı kalktı. Ne olmuştu şimdi ?

-Geliyorum.

Hizmetkarın ardından kralın odasına doğru ilerledim.

Kapıyı hizmetkar açtı, içeri girdim. Kralı yatağında yatarken görmek beni şaşırtmıştı. Bu güne kadar bir çok ölüm görmüş olmama rağmen.

-Sayd.

Hırıltılı sesi kulak tırmalıyordu.

-Seninle yaptığım-derin bir nefes-konuşmanın üzerinden yaklaşık-kesik bir öksürük - On yıl geçti. Sana bahsettiğim gün geldi. Artık hükümdar sensin.

Acılar içinde bitirdiği konuşması çok acınasıydı. Ama ilk defa samimiydi Kral Marcus. Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı.

-O gün söylediklerin hiç aklımdan çıkmadı. Odamda oturmuş ecelimi beklerken geldin ve beni bağışladığını söyledin. Sebebini ise hiç anlamadım. Şimdi ise çok iyi anlıyorum. Eksik olduğunu, çocuğunun olmayacağını yıllarca nasıl sakladın.

-En büyük olmanın getirdiği avantaj diyelim.

İlk defa Kralın gülümsediğini gördüm. Yavaşça gözlerini yumduğunda yatağına yönlendirdim adımlarımı. Eğilip ellerini karnının üzerine yerleştirdim. İlk defa abim olduğunu hissetmiştim.

Evet ilk bölümle karşınızdayım. Yazım hatalarım ve mantık hatalarım varsa af buyurun ve beni uyarın lütfen. Hayalim sizlerle büyük bir aile olmak ancak lütfen yorumları eksik etmeyin. Görüşmek üzere.

Buz KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin