*oylarıyla destekleyen birkaç arkadaşa, varlığınızı belli ettiğiniz için teşekkür ederim. •.•
Asya'nın okul gezisinin bütçemizde açmış olduğu elli liralık sarsıntıyı iki hafta sonra komşumuz, iyi yürekli Halime Teyzenin bana bulduğu ufak bir iş sayesinde aşmıştık. Bu iş şükürki evde yapılıyordu. Halime Teyze bir çuval mandal yapımı için gerekli malzemeyi kapımıza getirdiğinde sevinçten havalara uçmuştum. Parası da bir nebze olsun düğün şekerinden daha iyiydi. Ekstra bir işi her halükarda öpüp başıma koyardım zaten.
Halime teyze, kendi yağında kavrulan bir hanımcağızdı. Eşini bir trafik kazası sonucu kaybetmiş, sonrada tam bir vefayla kendini iki kızına adamıştı. Geçimini ölmeden önce Polis olan eşinin emekli maaşıyla sağlıyordu; şimdilerde ise Doktor çıkardığı büyük kızı ona zevkle yardım ediyordu.
Bu kadının, Asya'yla küçük evimizde, kimsesiz kaldığımızda bize çok yardımı dokunmuştu. Hâlâ da dokunur, kızlarının eskilerini bana verir, bize kek yaptığında birer dilim gönderir, halimizi hatırımızı sorar bazen çok zorda kaldığımda Asya'yı bırakabileceğim bir kapı olurdu bize. Dualarımda bir büyüğüme yer vermek istediğimde aklıma ondan başka kimsenin gelmemesine şaşırmıyor, garipsemiyordum.
Bu iki haftaya ne çok tuhaf olay sığdırmıştım sahi. Sanki biri -ki o kişinin Özgür olduğunu düşünmekten kendimi alamaz olmuştum.- gelip hayatımın tek düze düğmesini kapatmıştı.
Geçen haftalarda bir salı günü, Özgür'le Asya'yı okuldan almamızın üzerinden üç beş gün geçmişken, Ezgi'nin sebepsiz saldırısına uğramıştım. Üstelik bu sözsel değil fizikselde bir saldırıydı. Özgür'ün bana hediye ettiği, iki gecede okuyup bitirdiğim kitabı paramparça etmiş, hıncını alamamış saçlarımında birkaç tutamına aynı muameleyi yapmıştı.
"Rezil pis sürtük. Sen kendini kim zannediyorsun? Kokarca! Uğursuz, zavallı pis kokulu ucube."
Bu sözler aklımda kalan en yumuşak sözleriydi. Her zamanki günlerden biriydi aslında. Üçüncü teneffüstü. kitabın sevdiğim ve altını çiziklediğim satırlarına bakıyordum. Ansızın olup bitmişti saldırı.
Anlaşıldığı üzere onu kimse durdurmamıştı; diğer dersin başladığını işaret eden zil sesinden başkası yani.
Ders başladığında yoluk bir tavuk gibi duruyor ve parçalara ayrılmış kitabımı bez çantama koyuyordum. Yapıştırırdım belki.
Beni aşağılayanlara alışığım ben. Zoruma gitmiyordu bu muamele, bir şekilde kendimi buna bağışıklık kazandırmıştım, beteri olmadığı içinse şükrediyordum.
Ama birinin beni koruması, işte buna tüm vücudum dehşetle karşılık veriyordu; yanlış bu diyordu. Doğal değil.
Özgür'ün, bazı ders aralarında yanıma gelmesini normal karşılar olmuştum. Artık bir amacımız vardı; aldığımız ödevi beraber yapıyorduk ve bir yönden ona öğretmenlikte yapmaya başlamıştım çünkü çoğu şeyi bilmiyordu. Bu işime geliyordu, onunla konuşacak başka konum yoktu ve frekans ayarımızda çok farklıydı.
Diğer dersin teneffüsü yanıma gelesi tutmuştu anlaşılan, detaylara girmeyecek, çok fazla şekil vermeyeceğim bu konuya ama beni saçları yoluk ve yüzümde birkaç çizikle görünce, akıl almaz tepkiler vererek, ne olduğunu, bunu kimin yaptığını öğrenmeye çalıştı.
Tabii ki söylemedim. Ama o yılmadı, Talha'yı sorguya çekip Ezgi'nin yaptığını öğrendi ve bende Özgür'ün hiç görmediğim bir yüzüyle daha tanışmış oldum. Gerçi onu ilk tanıdığımda zorba olarak nitelendirmiştim ama olabileceğini görmeden insan pek inanmıyor.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kokarca
Short StoryBen ve küçük kardeşim, hayata karşı. Asya minik omuzlarıyla destek verirken, sırtlandığım sorumluluk çokta ağır gelmiyordu. Her şey olması gerektiği gibiydi. Acımasız bir takma ad. Alaycı insanlar. Hor görenler. Küçük düşürenler. Ah tabii birde...