diğer rutin günlerimi tekrar edeceğim bir güne uyandığımı umarak gözlerimi açmıştım.Uykusuzluk problem olmuyordu. Ailesizliğin yanında esamesi bile okunmayan şeyler; fiziksel şeylerdir.
En son kendimi ne zaman yorgun hissettiğimi hatırlamıyordum. Şikayet edebileceğim, nazlanabileceğim biri yokken bunu yapmamda manasızdı zaten.
Ama Asya yapabilirdi.
Yapmalıydı.
Dün geceden sonra onunla daha çok ilgileneceğime dair kendime söz vermiş, sabah annesinin öpücüklerinin yerini doldurmasını umarak onu sarıp sarmalamış, öpüp koklamıştım.
Okul gezisi için kavanozdan elli lira uzattığımda sevinci, az ışık alan minik evimizi adeta aydınlatmıştı.
Gezi iki gün sonraydı. Onu okula bırakırken keyfinin arttığını görebiliyordum. Gözlerinin içi gülüyordu ve günümün güzel geçeceğine dair olan inancım tazelenmişti. Asya gülümsesin gerisi mühim değildi.Bitirdiğim düğün şekerlerini Yeliz Ablaya teslim etmek için daha sonra hızlı hareket etmiştim. Okula iki siyah poşetle gidersem eminim baya dikkat çekerdim. Dikkat çekmek yine iyi sayılır, şekerlerin başına bir şey gelme olasılığını hesaba katarsak tabii.
Sayısını bilmediğim düşmanlarım vardı. Onlara hiçbir şey yapmamıştım. Ki zaten yapamazdım. Beni ilk kez hırpaladıklarında sesimi çıkarmayışım her şeyi fitilleyen şey olmuştu. Gidip müdüre, herhangi bir öğretmene şikayet etmemiştim. Çünkü arkamı kollayacak bir ebeveynim yoktu.
Bunu insanların bilmesinede gerek yoktu.
Yine beynimin fazla mesai yaptığı bir gün olsa gerek. Tatsız şeyleri aklıma getirmeyi pek sevmem.
Sınıfıma girerken dalgın oluşumdan istifade eden Hakan'ın, bana çelme takmasını ve yere kapaklandığımı çoktan unuttum bile.
Yerime geçerken ve daha sonraki diğer teneffüslerde Ezgi'nin kokarca kelimesini şarkılara uydurup bağıra bağıra söylemesi de beni incitmekten çok uzaktı.
Alışkanlık, uyuşmayıda beraberinde getiriyordu sanırım. Bundan memnundum.
Öğle arası bitmek üzereydi. Herkes bir şeyler yerken ben tarih kitabını neredeyse hatim etmek üzereydim. Keşke kitap alacak param olsaydı diyordum böyle günlerde ama yemek alacak param bile yokken düşüncesi komikti.
Okulun kütüphanesini kullanmam yasaklanmıştı. Evet buda bana oynanan, süper zeka gerektiren başka bir oyundu. Detayları hatırlamak gereksizdi ama sonuç itibariyle mimlenmiştim ve oradan yararlanmıyordum. Şehrin diğer yakasında olan Halk kütüphanesine gitmeye de vaktim yoktu.
Elimde babamdan bana kalan üç kitabım vardı. Öyle eskimişlerdi ki yaprakları dağılıp toza dönüşecek diye onları büyük bir dikkatle okurdum. Zaten sayfaları neredeyse ezberlemiştimde...
"Öhöm,"
Ses oldukça yakınımdan gelince gayri ihtiyari başımı kaldırıp bakmıştım. Dünkü uzun boylu, ismini panodan öğrendiğim çocuk bir iki sıra gerimde duruyordu.
Eyvah. Onu aramayı unutmuştum. Hem nasıl arayabilirdim ki?
Gözlerini kısmış, ellerini göğsünde kavuşturmuş bir suçluya bakar gibi bakıyordu.
"Dün konuştuklarımızın tam olarak neresini anlamadın Kokarca?"
Tarih kitabını usulca kapattım. Sınıfta bizi keyifle izleyen birkaç göz vardı. Başka bir sınıftan azar yemem hoşlarına gitmiş olacak.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kokarca
NouvellesBen ve küçük kardeşim, hayata karşı. Asya minik omuzlarıyla destek verirken, sırtlandığım sorumluluk çokta ağır gelmiyordu. Her şey olması gerektiği gibiydi. Acımasız bir takma ad. Alaycı insanlar. Hor görenler. Küçük düşürenler. Ah tabii birde...