ESLEM
Yorgun bedenimi odama kadar zor taşıyıp hedefime ulaştığımda yatağa bıraktım. Bir de Tuğberk'i kahve içmeye çağırıyorum. Bu yorgunlukla kahveyi yaparken uyurdum ya neyse. Sonuç olarak Tuğberk burada değildi ve kahve yapmam gerekmiyordu. Saatin oldukça geç olduğunu söylemiş ve rahatsızlık vermek istemediğini eklemişti. Aslında oldukça düşünceli bir davranıştı değil mi?
Bugün çapkın olması ile ilgili yaptığım ima aklıma gelince yüzümü yastığıma gömdüm. Ben ne zamandan beri bu kadar açık sözlü olmuştum ki? Tamam kendimi kandıramazdım sonuçta. Ben hep açık sözlüydüm. Ama nerede ne söylenmesi gerekeceğini de bilirdim. Yani biraz.
Gittiğimiz yerin sahibi ufaklık değince Tuğberk'in evli olduğunu bile düşünecek duruma gelmiş parmağında yüzük var mı diye bakmıştım. Çok geçmeden de bahsedilen ufaklığın Tuğberk'in yeğeni olduğunu öğrenmiştim. İçimde küçücük bir parçamın rahatladığını inkar edecek değildim. Ama bu rahatlamanın nedenini bilmiyordum. Ya da bilmezden gelmek daha kolaydı. Aklımdaki düşünceleri şimdilik bir kenara atıp sadece pastanemi düşündüm. Küçük, şirin pastanemi. Yarın yapılacaklara ilgili kafam da planlar yapıp kendimi beni hazırda bekleyen uykunun kollarına bıraktım.
Yine ve yine alarm. Acaba alarm sesi haricinde uyandığım olacak mıydı? İçimdeki ses dün sabah Tuğberk'in sesiyle uyandın. diye hatırlatmada bulununca Tuğberk'in sesiyle değil o aradığında çalan telefonla uyandım. dedim. Hala çalmakta ısrarcı olan alarmı kapatıp maalesef yatağımı arkamda bırakarak banyoya ilerledim.
Ilık bir duş ile daha iyi hissettirmiştim kendimi. En azından daha ayıktım. Üzerimde bornoz olmasını umursamadan pastanede tadilat için çalışanlara dağıtmak için kek yapmaya giriştim. Tüm malzemeleri geniş kapta iyice çırptıktan sonra yarısı sade, yarısı kakaolu kek kalıbındaki yerini aldı karışım. Fırının dercesine ayarlayıp üzerimi değişmek için odama ilerledim.
Siyah, dizimin üzerinde biten eteğimin üzerine enine siyah beyaz çizgileri olan kısa kol tişörtümü giyip uçlarını eteğimin içine sokuşturdum. Saçımı kurutup toplayana kadar küçük evimde kek kokusu yayılmaya başlamıştı bile. Evet evim küçüktü ama tek yaşadığım için bu bile fazla büyük geliyordu. Derin bir iç çekip kekimi fırından çıkardım. Düzgünce dilimleyip bir kaba koyduktan sonra siyah converseleri giyip çıktım evden. Çoğu insanın aksine yürümeyi gerçekten seviyordum ya da asansör yerine merdiveni kullanmayı. Dedem bu huyumu annemden aldığımı söylerdi. Onları düşünmek gözlerimin buğulanmasına neden oldu. Yalnız olmak gün geçtikçe daha zor oluyordu sanki. Biran önce pastanemi açıp düşünemeyecek kadar yoğun olmayı diliyordum. Belki o zaman ailemin yokluğunu düşünmeye fırsatım olmazdı.
Pastaneme geldiğimde herkesin çoktan işinin başında olduğunu görüp memnuniyetle gülümsedim. Daha önce dediğim gibi biran önce her şeyin bitmesini istiyordum. Buraya gelirken olan ruh halimin aksine neşeyle "Günaydın." diye şakıdım. Karşılığında aldığım yorgun günaydınlarla "Size kek getirdim biraz ara verin sonra devam edersiniz." deyip elimdeki kek kabını onlara uzattım.
Yediğimiz keklerden sonra onlar işinin başına dönmüş bende yardım edebildiğim kadarıyla bir şeyler yapmıştım. Kapının açıldığını duyunca başımı sol tarafa çevirdim. Tuğberk'in gülümseyen suratıyla karşılaşınca onunkine eş değer gülümsemem dudaklarımdaki yerini aldı. "Günaydın." diye herkese hitaben konuşunca diğerleri gibi "Günaydın." diye mırıldandım. Çalışanlara kolay gelsin dedikten sonra yanıma geldi. "Nasılsın?" Diye sordu bir eli ensesindeki yerini alırken. Bu hali fazla nefes kesici görünse de kendimi toparlayıp "İyiyim. Sen?" demeyi başardım. "Aynı." diye cevap verdikten sonra "Bugün pastanen için masa , sandalye bakarız diye katalog getirdim." diye devam etti. Pastanen kelimesini duymamla tüm ilgimi konuştuklarına verebilmiştim. Heyecanla "Çok iyi düşünmüşsün. Hemen bakalım mı?" diye sordum. Geçekten de pastanem için bir şeyler yapmak fazla iyi hissettiriyordu. Tuğberk önce bana daha sonra etrafa ve en son tekrar bana baktıktan sonra "Burada mı?" diye sordu. Omuz silkip "Evet." Diye cevap verdikten sonra dükkanın tadilat işi bitmiş olan köşesine ilerledim. Yerler tadilattan dolayı tozlu olsa da umursamayıp eteğimin açılmamasına dikkat ederek yere oturdum. Tepemde dikilen ve bana şaşkınlıkla bakan Tuğberk'e "Oturmayı düşünüyor musun?" diye sordum sabırsızlıkla. Kataloğa bir an önce bakmak istiyordum. Sonunda Tuğberk yanıma oturup benim gibi sırtını duvara yasladıktan sonra ayaklarını uzattı. Daha önce elinde tuttuğunu fark etmediğim kataloğu ikimizin kucağına koyup ilk sayfayı açınca heyecanım daha da artmıştı. Her sayfada iki masa ve iki sandalye modeliyle fiyatları, ölçüleri ile ilgili bilgiler yazıyordu. Kırmızı masaya dudaklarımı büzerek baktım. Tuğberk'de beğenmediğimi anlamış olacak ki diğer sayfayı çevirdi. Rengarenk sandalyeler ilgimi çekmiş olsa da Tuğberk duvar kağıtlarının koyu renk olmasından dolayı itiraz etmişti. Onun gösterdiği ahşap masa ve sandalyeleri ise ben beğenmemiştim. Duvarlar yeşil masalar kahverengi orman gibi olurdu pastanem. Acaba ortak bir fikrimiz olacak mı diye düşünmeden edemiyordum. Şimdiye kadar hiç ilk gördüğümüze olur dediğimiz olmamıştı ve bu fazla sinir bozucuydu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarmaşık
RomansaCan çıkmayınca huy çıkmaz derler ya hani, Sarmaşık pastane sayesinde tanışan çiftte bu tanıma uyuyorlardı. İkisi de birbirinden inatçı, ikisi de zıt karakterli. Hiçbir ortak noktaları yok ikisinin de. Ya da var ama inatlarından inkar ediyorlar. Tek...