Saatlerce dolaştıktan sonra Hilal, Leon'a sahilde oturmak istediğini söylemişti. Leon zaten otel boğaza çok uzak olmadığı için kabul etmişti. Açıkçası Hilal'in dün geceden sonra bu kadar iyi olması onu mutlu ediyordu. Üzülünce uykusuna sığındığını anlamıştı. Hilal defalarca okuduğu halde aldıkları kitabı okuyordu.
"Ne kadar okursam okuyayım en beğendiğim bölüm hep aynı." dedi Hilal gözlerini satırlarda gezdirirken. Şimdi zaten sevdiği o bölümü daha da beğenmeye başlamıştı. Çünkü anlam kazanmıştı, yaşadıklarıyla eşleşiyordu Halil Cibran'ın satırları. Leon'a yaklaşıp sevdiği bölümden seçtiği paragrafı okunmaya başladı.
"'Evlerinizi avucuma toplayıp, tohum eker gibi ormanlara ve çayırlara serpebilmek isterdim. Vadiler caddeleriniz,yeşil patikalar dar sokaklarınız olsun isterdim, birbirinizi bağlar arasında arayıp giysileriniz mis gibi toprak kokarak gelin isterdim.' diyor. Ne kadar güzel değil mi?"
Eliyle Leon'a iskelenin karşısında kalan yakayı işaret etti.
"Gelirken fark ettim bu yakada bizim oturduğumuz yakadan daha çok ağaç var. Bak, evler bile tek tük. Gelişirken maalesef yok ediyoruz eğer aldıklarımızı yerine koymayı bilmezsek sonumuz şimdi olduğundan daha kötü olacak."
Leon başını salladı.
"Haklısın. Peki neden bu bölümü daha çok seviyorsun?"
Hilal kitabı kapatıp derin bir nefes aldı, Leon'a baktı.
"Selanik'te kaldığımız evi hatırlatıyor bana. Bahçeden baktığımda sol tarafımda orman, sağ tarafımda göl vardı. Otele ilk geldiğimiz gün de bu bölümü düşünmüştüm. Evet İstanbul çok güzel bir yer lakin böyle binalar yaparak bozmuyor muyuz güzelliğini? Harbiye'deki binaları unutmadım, kim bilir kaç tanesi daha eklenecek aralarına... Küçükken de hep ormanda bir evim olsun istemiştim. Lakin büyük değil, küçük fakat içi sımsıcak. Ağaçlar, çiçekler, toprak bana iyi geliyor. Evimizin bahçesindeki çiçeklerle ben ilgilenirdim her zaman. Babam da çok severdi. Her geri dönüşünde bir meyve ağacı ekerdik. Bazıları tutardı, bazıları tutmazdı lakin gene de emek verirdik. Mektepte de bahçedeki ağaçlara, çiçeklere hep su verirdim."
Leon gülümsedi. Hilal'in böyle uğraşları olduğunu öğrenmek hoşuna gitmişti.
"Bakma ama öyle." dedi Hilal. Leon yine gözlerindeki o yumuşak ifadeyle bakıyordu kendisine. Onu böyle gördüğü zaman heyecanlanıyordu."Nasıl bakmayayım?"
"Gurur duyuyormuş gibi. Aslında bazen sana baktığım vakit aklım karışıyor, ne düşündüğünü anlayamıyorum. Çünkü çok derin bakıyorsun."
Leon kaşlarını kaldırdı.
"Rahatsız mı ediyorum? İnsanlarla konuşurken genelde gözlerine bakmaya çalıyorum."
"Rahatsız olmuyorum lakin sanki her an gözün üstümdeymiş gibi..."
Leon güldü, işaret parmağıyla küçük burnuna vurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saye
Fanfiction1923 yılında imzalanan Lozan antlaşması yüzünden Selanik'ten göç etmek zorunda kalan Hilal ve Üsteğmenliğe yeni atanan Leon'un şans eseri karşılaşması sonucunda gelişen olaylar ikisini de birbirine bağlar. Basit bir tren yolculuğu sonrasında Leon'a...