Bölüm 2

8 0 0
                                    

Umut tuhaf bir duygudur, bazen onu kaybettiğinizi zannedersiniz ama o sizin içinizdedir. Sadece onu hak edenler ona sahip olsun diye gizlenir umut. Yalnızca onu hak edecek bir insan olun yeter.

********************

      Kolumdan tutan görevli artık benim için hiç umut kalmadığı anlamına geliyordu. Böyle durumlarda merkezin uyguladığı prosedür belliydi: öldürmek... Bu merkezin gizli kalması için gerekliydi ama ben bunu yapabilecek kadar cesur değildim. Bütün umut ışıkları teker teker sönmüştü. Görevli kolumdan çekiştiryor, beni sürüklüyordu. Bu durumdan kurtulmak zorundaydım, bütün umut ışıkları sönmüş olabilirdi ama ben kendimi öldürmeyecektim, ben sonuna kadar direnecektim.

      Beynimi sonuna kadar kullanmalıydım, bir fikir, ufak bir kıvılcım... Buna ihtiyacım vardı. Belki umut yoktu ama hâlâ düşünebiliyordum ve ben düşündüğüm sürece buradan kurtulmak için bir şansım olacaktı. Birden kafamın içinde bir ateş yandı. Görevli bana değil önüne bakıyordu, boşta olan elim yavaşça arka cebime gitti. Katlanabilir çakı oradaydı, bunu aldığım için çok mutluydum. Yavaşça çakıyı elime aldım, avcumda gizledim. Bunu görevliye batırmayacaktım, o zaman işler daha berbat bir hâl alacaktı. Etrafta kimsenin olmadığı bir koridora girdiğimizde çakıyı açtım, kendi bacağıma sapladım, sonra da çektim. Çakıyı kapatıp tekrar arka cebime koydum. Sonra da korkuyla karışık biraz da acı dolu bir ses tonuyla konuştum:
- Lütfen, biraz yavaş olun. Bacağım çok acıyor.
Görevli bana döndü, sertçe sordu:
- Neyin var!?
- Bacağım, buraya girmeden önce bıçak saplanmıştı, çok acıyor, lütfen biraz yavaşlayın, çok canım yanıyor.
- Az önce tazı gibi koşan da bendim zaten! Seni küçük yalancı.
Gözlerim doldu, canım şimdi gerçekten yanıyordu. Yararının sıcağı geçmişti, titrek bir ses tonuyla cevap verdim:
- Lütfen, size yalvarıyorum. Gerçekten yaram var ve canım gerçekten yanıyor.
- Bunu benim külahıma anlat!
- İnanmıyorsanız bakın, gerçekten çok canım yanıyor.
- Neresi?
- Diz kapağımın hemen yanı, derken acından ses tonum değişmişti. Adam kolumu bırakmadan yaramın olduğu tarafa geçti.
- Gerçekten de yara var. Niye söylemedin!
- Söylemeye çalıştım ama...
- Sus! Önce yarana bir baksınlar, sonra sorguya giriyorsun!
- Çok teşekkür ederim, gerçekten çok teşekkür ederim, diye diye beni sürüklemesine izin verdim.

      Bir odaya girdik, beni bir hasta yatağına yatırdı ve bileğimi yatağın kenarına kelepçeledi. Sonra içeri bir doktor girdi. Burası revir olmalıydı. Doktor huzursuzca konuştu:
- Yine kime ne oldu?
- Bunu koridorda deli gibi koşarken gördüm, yaralıyım dedi getirdim, yarasını hallet sorguya gidecek. Elini çabuk tut.
- Dışarı çıkarsan rahat hareket edeceğim, küçücük revir, dedi doktor ve adam dışarı çıktı. Doktor hemen yarama baktı. Biraz kanamıştı, ölmekten daha iyi olduğu kesindi ama yine de bu durum canımı epey yakıyordu. Doktor, giydiğim dar kotun yaranın bulunduğu bölümünü kesti. Hadi ama ben bu kotu yeni almıştım! Sonra yaramı temizledi, dikti, sardı ve şöyle dedi:
- Bir daha bir yerine bir şey saplanırsa onu çıkarma, daha fazla kan kaybedebilirdin. Bu yara en fazla bir saatlik, giydiğin dar kot yaranın etrafını sardığı için oraya giden kan akışı azalmış eğer bunu giymiyor olsaydın muhtemelen daha fazla kan kaybederdin.
O sırada kapı çalındı, adam seslendi:
- İşiniz bitmedi mi daha? O ufaklık sorguya gidecek!
- Bitti, diyen doktor kelepçeyi açtı ve kalkmama yardım etti, beni o adama teslim etti ve gitti.

      O adam beni bir odaya götürdü ve sert bir sandalyeye oturttu. Kollarımı sorgu masasına bağladı ve karşıma oturdu. Gözlerim dolmuştu, korkmuş ve canı yanmış bir görüntü vermeye çalışıyordum. Adam sordu:
- Kimsin sen?
Asıl adımı söylemek istemiyordum bu yüzden merkezdeki herkesin sahip olduğu ikinci kimliğimi kullanacaktım. Tabi yanımda yoktu ama bu kimlik ülkenin resmi kayıtlarında yer alıyordu. Hemen o kimlikteki adımı söyledim:
- Angela Hopkin.
- Buraya nasıl girdin?
- Kapı açıktı.
- Yalan söylemeden buraya nasıl girdiğini, bu yaranın nasıl olduğunu burada neler olduğunu anlat.
Aklıma buraya gelirken arabanın beni bıraktığı yerin karşısındaki mezarlık geldi, hızlıca bununla ilgili bir yalan düşündüm. Gözlerimin iyice dolmasını sağladım ve birkaç damla yaş akıttım:
- Ben, babamın mezarını ziyaret etmiştim, eve dönüyordum sonra yanıma iki adam ve bir de kadın geldi. Ben yolun kenarında arabamızın gelmesini bekliyordum. Kolyemi çalmak istediler. Bu kolyeyi bana babam hediye etmişti, vermek istemedim ve koşmaya başladım, dedim ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Çok iyi bir oyuncuydum.
Adam duygusuz bir şekilde "Devam et" dedi.
- Ben kaçınca kadın beni tuttu ve dizime bıçak sapladı, benim yanımda da ufak bir çakı vardı, onu yaraladım ve koşmaya başladım.
- Bu yarayla nasıl koştun?
- Adrenalinden olmalı ve yaranın da sıcağıyla koştum ama peşimden geliyorlardı. Burayı görünce bana yardım edebileceğinizi düşündüm.
- İçeri nasıl girdin?
- Kapıya geldim, açıktı ama içerde kimse yoktu ben de girdim. Bir güvenlik görevlisi açık unutmuş olmalı.
- Sonra ne oldu.
- Anlatamam, dedim ve gözlerimi kapattım. Hâlâ gözlerimden yaşlar akıyordu.
- Niye?!
"Çünkü yalanlarım bitti!" diye bağırmak istedim ama bunu yapmadım tabi ki. O kadar salak da değilim. Hızlıca bir yalan düşünmeye başladım. Korkmuş görüntüsü vermeye çalıştığım için de titriyordum. Eğer bir yalan bulamazsan merkezdekilerin muhtemelen yakınlara yerleştirdiği adamlar gelip beni öldürürdü. İşte bu! Beni öldürürdü! Hızlıca bir senaryo uydurdum ve artık konuşmaya hazırdım. Adam da baskı yapıyordu. Ben bir yalan düşünürken sürekli konuşmamı söyleyen biri için baskı uygulamak tabiri az bile kalırdı ama neyse. Sonunda bağırdım:
- Beni öldürür!
- Kim?
- Söyleyemem.
- Sana söz veriyorum ufaklık,kimse seni öldürmeyecek.
- Söz mü, dedim ve adama baktım. Şu anda adamın üzerinde bırakmak istedeğim etkiyi bırakmıştım. Çok masum, saf ve korkmuş bir çocuk.
- Söz, dedi kendinden emin bir şekilde.
- Siyah giysili adam.
- Sen bana olanları anlatmaya devam et.
- Ben içeri girdim ama kimse yoktu, sonra birden biri beni tuttu ve ağzımı kapatıp beni hani o girişteki bir çıkıntı var ya, beni oraya çekti, kafama silah dayadı ve eğer konuşursam beni öldüreceğini söyledi. Ben de korktum ve bir şey yapamadım. O sırada robotlar geldi. Adam altta bir kapak gibi bir şey açtı, beni oradan aşağıya itti, sonra da kendisi geldi. Beni bir odaya kapattı ve eğer biri beni görürse kafasına masaya bıraktığı tuhaf bir şeyle vurmamı, yumruk atmamı sonra da var gücümle kaçmamı söyledi. " Eğer benden birine bahsedersen veya dediklerimi yapmazsam seni öldürürüm "dedi.
- Anlıyorum. Bize yardım ettiğin için teşekkür ederiz ufaklık. Şimdi seni başka bir odaya götüreceğim oradaki abiye o siyah giysili adamı tarif edecksin o abi de o adamın resmini çizecek. Anlaştık mı?
- Hı hı, dedim ve başımı salladım. Konuşurken hıçkırmam, ağlamam ve tirremem işe yaramıştı.

      Adam kelepçeleri açtı. Ayağa kalktım. Beni başka bir odaya götürdü. Ben kafamda oluşturduğum adamı tarif ettim ve beni M.A.K'tan dışarı çıkardılar. Biraz uzaklaştım ve kulağıma bastırdım, merkezden bilgi istiyorlardı. "Az kalsın yakalanıyordum ama merak etmeyin yakalanmadım. Bir sorum olacak, bu bilekler holografik görüntü oluşturabiliyordu değil mi? Yani bir insan boyutunda" "Evet" cevabını alınca hemen işe koyuldum, kafamda kurduğum adamı oluşturdum ve holografik görüntü hazırdı. Ayrıca bu görüntü üç boyutlu kavramını gerçekten yansıtyordu, gerçek bir canlıymış gibi ona dokunabilir, kolundan kavrayabilir ona zarar verebilirdiniz. Bu karakteri kontrol ederek onu merkeze soktum, sonra yakalattım. Hayali adam sorguya girdi ama hiçbir şey söylemedi, sonra da üzerinde gördükleri sahte diski alıp onu öldürdüler. M.A.K'deki alarm durumu sona ermişti. Artık yakalanma gibi bir korkum yoktu. Havalandırma sisteminin binanın dışında kalan kısmına yöneldim. Oradan kontrol odasına gittim ve bilgisayarı hackledim. Tabi bunu yapana kadar en az beş kere yakalanma tehlikesi atlattım. Alarmları etkisiz hale getirdim ve yine havalandırmadan depo odasına gittim. Aradığım bilgileri içeren diski bulup bilgileri kendi diskime aktardım, diğer diskteki bilgileri ve yedeklerini de sildikten sonra oradan çıktım ve kemeri sakladığım yere geldim. Kemeri taktım, çağrı düğmesine bastım, araba gelince de ona binip buradan uzaklaştım. Bu sırada bacağım canımı yakmaya devam ediyordu ama bu ölmekten kurtulmak için ödediğim küçük bir bedeldi.

DİKTATÖRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin