~5~

144 16 7
                                    

Multimediada Ryan Dorment:

Sert düşüşün ardından karşımdaki kendini kısa sürede toplayıp bana son bir kez baktı ve koşar adımlarla merdiveni tırmanarak saniyeler içinde gözden kayboldu.

Kalbime saplanan acıyı önümüzdeki saatlerde unutamamıştım. Sanki acısı hiç geçmiyormuş gibi. Elimle sürekli oraya baskı yapıyordum. Kafam karma karışıktı. Açıklayamayacağım bir şey gerçekleşmişti.

Her dersin bitimini sabırsızlıkla bekliyordum belki onu bir ihtimal görebilirim diye ama elde var sıfırdı. Onu neden görmek istediğimide bilmiyordum ama istiyordum. Bu yanlıştı onu görmek istememeliydim. O bir Gece Yürüyendi ama bir şey olmuştu ve ben bunu anlamıyordum.

Yanımda oturan Emma beni sarstı. "Hey! Ne oluyor sana?" Fısıldayarak konuşuyordu. Matematik profösörüne aynı anda baktık ama duymamıştı.

"Olan bir şey yok. Sadece yorgun hissediyorum, biliyorsun." Bu cümlemi iki şekilde yorumlayabilirdi; hala bağlanmamış olmama yada cam duvarın patlamasına. Herhangi bir açıklamada bulunmadım.

Aklıma onu sabah bıraktığımda Ryanla olan konuşmasını hiç sormadığım geldi. "Senin konuşman nasıl gitti Ryan'la?" Bunu isteklice sormaya çalışmıştım. Konu ona geldiği için hevesle bana döndü. "İlk başta gerildim ama sonra açıldım ve sonra işte... Neyse öyle." Kıkırdayarak konuşuyordu. "Bana sakın barıştığınızı söyleme!" Ona sahte bir tehtid savurdum. "Neyse dedim ya, barışmadık ama ne olduğumuzu bilmediğimiz bir statüdeyiz. Anlayacağın, anlamayacağın, benimde... anlatamayacağım." Sınıfın ortasında gülme krizine girdim. Herkes dönüp bize baktı. Profosör ise ters ters bakıp kitabına geri döndü. Uzun bir süre konuşmadık ve önümüzdeki testleri yapmaya devam ettik. Sessizliği bozan yine Em oldu.

"Son bir haftadır Tasha okula gelmiyor." Sesinde gizem vardı. Sanki Amerikan Devleti bizi keşfetmişti. "Gölgeye dönüştüğü hakkında konuşmalar dönüyor. Gecenin bir yarısı evden kaçtığını duydum, ailesi onu bulamıyormuş hatta görevlilere bildirmişler ve Malikhane onun adını nüfustan silmiş. Tanrım ne korkutucu." İkimizinde tüyleri ürperdi.

"Sadece dedikodu da olabilir. Gerçek olup olmadığını bilemeyiz ama olan biten ve Malikhane'nin ani kararı ailesi için utanç verici bir durum." Yüzüm bir anda düştü. Kız en büyük korkularımdan birini yaşıyor olabilirdi.

Zil çaldı ve bizde sıralarımızdan kalktık. Çantamı koluma taktım ve sınıftan son çıkanlar olarak Emma ile sınıftan ayrıldık.

Koridorda dolaplarımıza doğru yürüyorduk. Dolabımın önüne geldiğimde Luke dolabıma yaslanıyordu. Yarım bir gülümsemeyle önümden çekildi ve dolabımı açmama izin verdi.

"Daha iyi hissediyor musun bakalım? Solgun görünüyorsun."

Benle sanki dokuz yaşında dondurmasını yere düşürmüş bir kız çocuğunu sakinleştirmeye çalışan bir ağabey gibi konuşmuştu. "Evet daha iyiyim." Gülümsemeye çalışıyordum.

Ağzından cümleler çıkmadan sözü hopörlerden yankılanan sesle kesildi.

"St.Melrose Lisesi öğrencileri; Yemekhanede toplanmak üzere beklenmektesiniz."

Tüm öğrenciler oldukları sınıftan dışarı çıktı. Koridor az önce boşken şu an Gündüz Yürüyen pasajına dönmüştü. Em ve Luke hemen yanıma geldiler. Ryan Em'in elini tutmuştu. Emma'nın yüzüne muzip bir gülümse yerleşmişti. Luke etrafına bakınıyordu. Herhalde kardeşinin -eşinin- nerde olduğuna bakıyordu. Karşımızdan ters yönde Yürüyenler'in arasından zar zor bizim tarafımıza gelmeye çalışan Shane görüş alanımıza girdi. Luke tuttuğu nefesi verdi. Kardeşinin yanında olmasının verdiği rahatlamayla gevşedi.

Biranda panikledim ya o koridorda olanları görüp müdüre olayı bildirmişlerse. Ne gibi bir açıklama yapacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu. Herhangi bir şey diyemezdim bilmediğim bir şey hakkında.

Ryan bana baktı. Onunda herhangi bir fikri yokmuş gibi duruyordu. Ağzını oynatarak biliyor musun? Dedi. Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım.

Yemekhanedeki ortadaki yuvarlak masalardan birine geçtik. Herkes bir yere geçtiğinde müdürümüz Bay Woo konuşmaya başlamak için masaların ortadında durdu. Herkezin onu görebildiğine emin olduktan sonra ellerini birleştirdi.

Bay Woo otuzlu yaşların ortasında gösteren bir adamdı,gerçekten kaç yaşında olduğunu bilmiyordum. Sadece bu okulun uzun zamandır müdürlüğünü yaptığını duymuştum. Bay Woo bütün bu olayları açıklamak amacıyla genzini temizledi. Masanın karşısında biz duruyorduk. Kapıdan siyahlara bürünmüş bir grup kişi yemekhaneye girdi. Masaların arasında geçip Bay Woo'nun yanına geçtiler. Yemekhanede fısıltılar yükselmeye başladı. Onların ne olduğunu anlamamız uzun sürmedi.

Gece Yürüyenler.

Bütün okulun bahsettiği kişiler. Sabah yaralanmama sebep olan insanlar. Ve o! Yere acı içinde kapaklanmama sebep olan Gece Yürüyen. Kusursuz hatlarıyla karşımda dimdik duruyordu. Beni görmedi. Yüzünden herhangi bir şey anlamak imkansızdı. Heykel gibi haraket etmeden duruyordu.

Bedenim gerildi. Kalbim yine düzensiz atmaya başladı. Ölüm sessizliğine bürünmüş yemekhanede sadece benim öksürmem duyuluyordu. İşte o zaman beni fark etti. İlk önce bir şey yokmuş gibi bana baktı sanki tanıyamamıştı ama saniyeler içinde kafasını tekrar bana hızla çevirdi. Bana merakla ve beni çözmeye çalışıyormuş gibi baktı. Mavi gözleri adeta beni delip geçiyordu. Tam içinde ciddi ciddi kaybolmuşken Em kolumu tuttu. "İyi misin?" Endişelenmiş giydi. Kafamı iyiyim anlamında salladım ama değildim. O çocuktaki birşeyler beni ona çekiyordu.

Hepsini teker teker inceledim. Bizden farkları yoktu. İki kız, üç erkeklerdi. Hangilerinin eşine bağlandığını merak ettim yada hala beklemekte olduğunu. Büyük bir ihtimalle hepsi bağlanmıştı.

Diğer yanımda oturan Luke bana baktı ve gözleri yerinde çıkçak gibiydi. Masanın ortasında duran peçeteye uzandı. Masaya damlayan kan burnumdan geliyordu. Luke'un elinden peçeteyi kaptım fakat gecikmiştim. Oda görmüştü. Hala adını bilmeidiğim acı çekmemi sağlayan çocuk. Ani ve hızlı bir hareketle zarif ama güçlü ellerini burnuna götürdü. Eli kan içinde kaldı. Gözlerimiz tekrar buluştu. Arkasını dönerek hemen kanı sildi. Yanındaki kız sadece fark etmişti ama bozuntuya vermedi.

"Bayan Whitaker iyi misiniz?" Adımı duyduğum yöne doğru kafamı uzattım. Bay Woo tüm dikkatiyle bana bakıyordu. Kanayan burnumu görmüştü.

"Ah, evet iyiyim Bay Woo." Sesimin güçlü çıkması için özen göstermiştim. Tüm öğrenciler ne olduğu görmek için benim olduğum tarafa bakıyordu.

"Yapacağım önemli bir duyuru olmasa sizi revire gönderirdim ama lütfen on dakika dayanmaya çalışın." Diye ricada bulundu. Bende herkesin ortasında zaten ayağa kalkıp tüm dikkatleri üstüme çekerek revire gitmek istemiyordum.

Sadece Neden onların burda olduğunu bilmek istiyordum. Hiç bir Gece Yürüyen Gündüz Yürüyenler'in yaşam alanlarına, Gündüz Yürüyenler de Gece Yürüyenlerin yaşam alanlarına Malikhane'nin izni olmadan giriş yapamazdı. Özellikle resmi bir kurum gibi okullara. Bunun mantıklı bir açıklaması olmalıydı ve bunu duymak için can atıyordum.

"Öncelikle endişelenmenizi gerektiricek bir konu olmadığını söylemek isterim. Sizi bilgilendirmek amacıyla buraya toplama gereği duydum." Ryan ortaya atıldı.

"Endişelencek bir şey yoksa onlar neden burda?" Sesinden küstahlık akıyordu.

Bay Woo sabırlı biriydi. Yüzündeki anlayışlı gülümsemeyle Ryan'a baktı ama cevap vermedi. Gece Yürüyenler hala ifadesizce aynı yöne bakıyordu. Bir tanesi hariç. Onun gözleri bendeydi. Soğuk buz mavisi gözleri. Neden bana bakıyordu? Peki ben neden gözlerimi ondan alamıyordum.

Bay Woo konuşmasına devam etti. Sözü kesildiği için herhangi bir azarlamada bulunmamıştı.

"Okulumuzda yüksek nitelikli Gölge Savaşçıları var. Kendi yaşıtlarında en iyileri. Sizleri birbirlerinizle tanıştırmak amacıyla burda toplamak istedim. Malikhane belirli bir amaçla bu kıdemli koruyucularımızı okulumuza gönderdiği için minettarız. Kıdemli savaşçışçılarımız Constance, Wade, Julian, Daphne ve Heaven." Sırayla isimlerini saymıştı.

Heaven.

Adı buydu.

Light WalkerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin