10

173 35 21
                                    

''Ah, Louis,'' dedim seni sımsıkı sararken o gün. ''Keşke yanında olsaydım. Keşke yanında olsaydım.''

Zaman o an olduğumuz noktaya gelene kadar öyle hızlı geçmişti ki... Bir yandan grupla ilgili yaşadığımız sıkıntılar, diğer yandan aramıza kim tarafından örüldüğünü bilmediğimiz buzdan duvar. İnsanlar kendilerine bunu neden yapar, Louis? İnsanlar neden aslında çözümü basit olan bir şeyi böylesine karmaşık ve içinden çıkılamaz bir hale getirir? 

Beni seviyordun,

Seni seviyordum.

Bizi kim ayırabilirdi ki? Bizi ne ayırabilirdi? Belki şimdi sana kızgın olmamın ve aynada kendi yüzüme bakmaya utanacak hale gelmemin nedeni budur.

Hastanede seni sımsıkı sararken ve sen güçsüz kollarını belime hayatın buna bağlıymışçasına dolamışken tek düşünebildiğim, grubun araya girdiği günden itibaren yanında olsaydım nelerin farklı olabileceğiydi. Senin o mahvolmuş halini kenarlarla sınırlandırılmış ekranlarda gördüğüm o lanetli anlardan beri bunu aklımdan çıkaramadım. Birçok şey farklı olabilirdi.

Aylarca annenin kanser olduğunu öğrendiğinde yanında olduğumu ve gözyaşlarını akıttığın omuzun sahibi olduğunu hayal ettim. Yanı başında bir hayat son günlerini damla damla tüketirken içinde kopan o fırtınayı yansıtabileceğin o kişi olabilirdim.

Sen buruşmuş kağıtların arasında derin düşüncelerden ve yüksek dozdan dolayı delirirken yanında olabilirdim. Hatta yanında olsaydım belki bunlar yaşanırken yanında olmayı düşlememe gerek kalmazdı.

Ama şimdi bunları düşünmenin ne anlamı var, öyle değil mi Louis? Zaten yıllarca bu sesleri dinledim. Her şeyin ne kadar farklı olabileceğini söyleyen o tırtıklı sesleri...

Traş setiyle hastaneye geldiğim o gün öldü annen. Sanki göçüp gitmek için oğlunun güvenli kollarda olmasını beklermiş gibi... Benim yanımda güvende miydin? Tüm bunların sorumlusu ben değil miyim?

Her neyse; Hastanenin terastaki kafeteryasında oturuyorduk. İçemeyeceğini bildiğim halde sana o bayatlamış çaylardan bir tane aldım ve sanki her şey normalmiş gibi karşına bir sandalye çekip gözlerine baktım. 

''Biliyorsun, değil mi?'' dedim kirpiklerinin altına gizlenmiş mavi gözleri yakalamaya çalışarak. Seninle göz göze gelebilmek için çıldırıyordum, Louis. Seni yalnızca iki hafta göremediğim zamanlarda bile akıl almaz derecede dertlenip şarkı yazan ben, seni bir yıla yakın süredir görmüyordum ve tekrar gözlerine baktığım andan itibaren o ılık hissi yeniden tadabilmek için kuduruyordum. 

Sen dişlerinin arasından derin bir nefes alı nihayet kafanı kaldırdın ve solgun gözlerinle bana baktın.

''Biliyorum,'' dedin nihayetinde. ''Ben de seni seviyorum. Bunu bilmiyor olabilirsin.''

''Biliyorum. Gözlerime bak.'' 

Yine benden kaçırıyordun. Her şeyin eskisi gibi olmasından korkuyordun.

Gözlerin hala karton bardağa sarılmış ellerine bakarken alt dudağını dişlerinin arasına aldın, yüzüme bakmaya hazırlandığını biliyordum ve saniyeler sonra gerçekleşecek olsa bile bunun için bir asır beklemem lazım gibi hissediyordum.

''Biliyorum. Ve sana söylemem gereken bir şey var.''

Nefes alışverişinin ve kalp atışının hızlandığını duyduğuma neredeyse emindim. 

''S-söyle.''

Elimi tut ve milyonların karşısına çık benimle. Yan yana olduğumuz kısa bir röportaj yahut basit bir talkshow programı; belki Los Angeles'ın en işlek barlarından birinden el ele çıkarız, belki bu Nice Guy'dır; sevdiğini biliyorum. Dilersen twitterdan ufak bir paylaşım. Sadece mavi gözlerinin bir resmini paylaşırım ya da elini tutarım ve o anı fotoğraflayıp tüm dünyanın görmesi için sosyal medya hesaplarımdan birine koyarım. Nasıl olur bilmiyorum, Louis. Seni böyle sevmeye dayanamıyorum. Bu şekilde değil.

Ufak bir mesaj sesi. Ağzımdan çıkacak kelimeleri beklerken kuş cıvıltısına benzer bir ses duymanla ''Bir saniye,'' diye mırıldanıp elini cebine attın.

Karşında sabırsız bir çocuk gibi oturup bekledim. Alçak sandalyeye sığmayan bacaklarımı hızla hareket ettiriyor, terleyen avuçlarımı siyah pantolonuma sürtüyor ve söyleyeceklerimi zihnimden milyonuncu kez geçiriyordum. Tüm bunları bir dakika içerisinde yaptım.

Daha sonra bir mesajı okumak ne kadar uzun sürebilir ki, diye düşündüm. Sen hala telefona bakıyor ve hiçbir şey söylemiyordun. 

Sonra toplum tarafından hiç hoş karşılanmayan bir suçu anlatmak üzere olan bir spiker gibi başını kaldırıp ''Annem ölmüş.'' dedin. 

''Louis...'' 

Başını yavaşça salladın. Sanki bir şeyleri yeni çözümlüyor ama buna şaşırmıyor gibiydin. Sandalyenden kalkıp kantin tezgahının yanından geçip gittin. 

Baya, soğumuş çaydan bir yudum aldım ve tadı leş gibiydi. Annen ölmüştü ama bu sefer yanındaydım. Düşünüyorum da, belki o günler yanında olmasaydım her şey daha iyi olabilir miydi?



how i lost you |l.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin