''Merhaba, bana ulaşamamışsanız muhtemelen meşgulümdür. Uyuyor da olabilirim. Mesaj bırakabilirsiniz.''
''Louis, telefonunu aç lütfen.''
''Lütfen aramalarımı gördüğünde bana ulaş.''
''Louis, seni merak ediyorum.''
''Bana bunu yapmaya hakkın yok, Louis. Beni bu şekilde meraklandırmaya hakkın yok.''
Bunlar sana bıraktığım mesajlardan yalnızca birkaçıydı. Annenin ölümünün üzerinden epeyce zaman geçmişti ve seni en son ikizleri ziyarete geldiğimde görmüştüm. Elinde bu sefer taze bir çayla kapı eşiğine yaslanmış bana uzaktan uzaktan gülümsüyordun. İkizlerle oynama bahanesiyle seni görmeye geldiğim doğru fakat ne yazık ki seninle ilgili o gün elime geçen tek şey ufak bir ''hey,'' ve sessiz bir ''sonra görüşürüz,'' oldu.
Telefon hattının sonsuz boşluğuna yüzlerce mesaj bıraktığım sabah endişeli olma nedenim ben uyurken telefonuma gönderdiğin sesli mesajdı.
Tüm gün öylesine yorulmuştum ki telefonuma bıraktığın sabırsız aramalar uykumu ne yazık ki bölemedi. Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi huzursuzca açmış ve telefonu hissetmiş gibi direkt elime almıştım.
Senden gelen mesajları gördüğümde kalbim henüz bir şey hissetmeme fırsat vermeden tekledi ve nefes alabilmek için birkaç saniye beklemem gerekti. Tuş, baş parmağımın altındaydı. Sesini duymak ve ne söylediğini öğrenmek için tek yapmam gereken hafifçe ekrana dokunmaktı.
Ve sonra sesin birlikte kaldığımız zamanlardaki odamıza nazaran oldukça küçük olan odayı doldurdu.
''Harry... Gelmelisin. B-ben, neler olduğunu anlamıyorum. Korkuyorum.''
Sesin titrek ve halsizdi. Tek bir yüz kasımı bile oynatamadan otomatik olarak diğer mesaja geçti.
''Neden telefonu açmıyorsun? Telefonu aç. Yapamam.''
Yapamam...
İşte o an dünyanın durduğunu sandım. Tüm olasılıklar beynimden hızlandırılmış trafik görüntüsü gibi bulanık bir şekilde akıp geçerken yataktan kalktım. Bu esnada diğer sesli mesaj açıldı.
''Yapmamam gereken bir şey yaptım, Harry.''
Telefondaki ses ağlamaya başladı. Bu esnada dün gece yere attığım pantolonumu giymeye çalışıyordum. ''Korkuyorum, istemiyorum, Harry. Hiç istemiyorum. Aptalım!''
Sesin ağlamaktan kırılmaya başlamıştı. Üzerime geçirebileceğim bir tişört ararken zihnimde bunları söylerken ki görüntün canlandı ve bundan nefret ettim. Ağzından salyalar akıyordu, bükülmüş alt dudağın ıpıslaktı; dizlerinin üstündeydin ve kulağına dayadığın telefonu tutan elin zangır zangır titriyordu. Bunu düşünmekten nefret ettim.
''Harry. Telefonu aç!'' diye bağırdın bu sefer. Olacaklardan korkuyor gibiydin. Sonra sesin gitgide uysallaştı, ''Ne olur...''
Evden ışık hızıyla çıktım. O an seni gelip alabilecek, yakınlarda birilerini arayabilirdin. Birbirine yakın mesafede olan üç tuşa basarak bir ambulans çağırabilirdin ama beni aramıştın ve ben
Ve ben telefonu açmadım.
