Sen apar topar evden çıktıktan sonra birkaç saniye daha ne yapacağımı bilmeden orada öylece durdum.
Neler olacağını bilseydim peşinden giderdim. Neler olacağını bilseydim eve geldiğin ilk an kollarıma atlamana izin verir, işi ileri götürmenin kendime zarar vereceği gerçeğini görmezden gelir ve söylediklerine itiraz etmek için ağzımı dahi açmazdım. Kim bilir, belki de o günden sonra kendimi suçlu hissetmemin - ve bu hissin sonsuza kadar peşimi bırakmayacağı düşüncesinin - nedeni de buydu. Kollarıma atlamana izin vermemiş, seni kendimden uzağa itmiştim. Kaderini bu yola ben itmişim gibi hissediyordum.
Neler yaşadığımızı fark edince kapının önünde öylece dikilmeyi bırakıp hızlı bir hareketle anahtarları aldım ve dışarı çıktım. Apartmanın kapısına çıktığımda sitenin çıkışına doğru koşarak uzaklaştığını fark ettim. Omuzların geçmişle yüklü bir kayayı sırtlamışçasına yere bakıyordu. Seni durdurmak istedim, böylece en azından o anki problemimizi halledip gece fiziksel hiçbir acı yahut vicdan azabı duymadan rahat uyuyabilecektim. Bu yüzden elimen gelen en iyisini yapıp yapabildiğim kadar yüksek sesle bağırdım. Damarlarımın boynumda belirginleştiğini an be an hissediyordum.
''LOUIS!''
Beni şaşırtarak ikinci kez bağırmama fırsat vermeden durdun fakat yine de benimle yüzleşmek için arkanı dönmedin. Soğuk havanın vücuduna değmesiyle kızarmış tenin dışarıdan sımsıcak görünüyordu.
Bana yüzünü dönmeyeceğini anlayınca hafif hafif çiseleyen yağmura rağmen ve nefes nefese de olsam koşarak yanına geldim. İçimden kendime ''güzel ayrılın, bunu güzel bitirin,'' dediğimi anımsıyorum.
Yanına gelince daha kısık bir sesle sana seslendim. ''Louis...''
Sol profilini görmemle birlikte yanağından süzülen damlayı fark etmem bir oldu. Tamamen bana dönmemiştin ve ben garip bir şekilde gözlerimi senin gözyaşından ayıramıyordum. Elmacık kemiğinin altına ulaşınca hızlanıp çenenden aşağı düştü.
Kolumda bir damla hissettim. Sinsi sinsi yağan yağmur artık bütün damlalar şeklinde düşüyordu, kısa bir süre sonra vücudumun değişik yerlerinde damlalar düşmeye başladı.
''Harry,''
Yavaşça bana döndün, yüzünle karşılaşmak daha önce hiç bu kadar acı verici olmamıştı. Gururunla ve içinde fırtınalar estiren bilmediğim tüm o hislerle nasıl savaştığını gözlerine baktığım zaman anlayabiliyor ve buna rağmen sözcükleri toplayıp bir şeyler söyleme çabana büyük bir saygı duyuyordum.
Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden durdun, beyninde çarkların döndüğünü ve bazı kararlar almaya çalıştığını yılların getirdiği tecrübeyle söyleyebilirdim. Gözlerinin suratıma bakmasına rağmen bambaşka düşüncelere dalmış olduğunu görebiliyordum.
''Tamam,'' dedin sesini güçlü tutmaya çalışarak. ''Şimdi şöyle yapacağız...''
Bakışlarınla tepkimi tartarak bir adım attın ve seninle göz teması kurabilmem için başımı aşağı eğmem gerekti. Gözlerini benden ayırmadan kollarını bedenimin iki yanından geçirip sırtımda birleştirdin.
Kalbim çok hızlı atıyordu, içimden kendi kendime ''bugün rahat uyuyacaksın,'' diyordum. ''Şimdi seni öpecek ve bir sonraki mahvedişe kadar her şey güzel olacak.''
Ölüm yavaşlığında, yağmurdan dolayı ıslanmış soğuk dudaklarını dudaklarıma değdirdin. Bir daha değdirdin ve sonra daha sert bir şekilde, bir daha değdirdin. Sana karşılık vermediğim için mental olarak kendimi tokatladım ama bu sefer yukarıda söylediklerim için kendimi kötü hissediyordum. Henüz az önce reddedilmene rağmen bunu yapacak cesarete sahip olmanın altında bir şeyler yattığını düşünmekten korkuyor, yine de buna mani olamıyordum.
