8

181 36 23
                                    

Ve sonra tüm iyi şeyler tersine döndü. Artık birbirimize diğer grup arkadaşlarımıza davrandığımız gibi davranmamız bile göze batan bir şey olmuş, konser başına yapılan uyarıların sayısı yüzü aşmıştı.

Bu sıralarda benim geçici ilişkilerim devam ederken sen ve Eleanor tüm hızınızla kaldığınız yerden devam ediyordunuz. Tüm bu olgu beni ilk defa ciddi anlamda onunla Amsterdam'a gitmek zorunda kaldığında yaralamıştı. Gece boyunca bunun tartışmasını yaptık ve sonuç olarak gitmiştin işte. İki hafta boyunca her gece senin ne yaptığını merak ettim. Eleanor yanında mı? Aynı odada mı kalıyorlar. İki haftaya sığdırdığım şarkıları belki sağlam kafayla bir ayda yazamazdım.

Bütün bu olanlar gözümü öylesine korkutuyor ve psikolojimle öylesine tuhaf oyunlar oynuyordu ki zamanla Eleanor ile sıklaşan görüşmelerinden ve aynı grupta olmamıza rağmen ona harcadığın zaman kadar benimle zaman geçirmemenden rahatsız olmaya başladım.

Geceleri sen gelene kadar uyumuyor, şişmiş gözlerle ne olduğunu bile anlamadığım televizyon programlarını izliyor gibi görünerek aklınca kendimi meşgul ediyordum ve sen geldiğinde ağzıma geleni söylüyordum.

Ben öyle bir insan değildim, Louis. Kavga etmekten çekinirdim, karşımdakini kırmak beni ölümüne korkuturdu ama geceleri kulak sağır eden o bağırışlarımız beni aksine inandırıyordu. Zamanla bu bağırışmalar itişmelere dönüştü. Başta tepkisiz kalıyor ve sana istediğimi yapmama izin veriyordun ama bir iki şiddetli tartışmadan sonra, ilk defa bana fiziki olarak karşılık verdin.

2014 yılının son aylarındaydık. Kasım ayıydı. Eve geldiğinde saat gece üçü geçiyordu ve bir haftadır ikimizde bu düzene o kadar alışmıştık ki sen eve geldiğinde uyuyup uyumadığımı bile kontrol etmeden salona geçip seni bekleyen küfürlere hazır bir şekilde ayakta dikildin.

Bense ilk defa o kadar sakindim. Koltukta oturuyor, kızarmış gözlerimi saklama zahmetine girmeden elimi saçlarımın arasında dolaştırıyordum. O kadar uzun süre ayakta dikilip sana bir şeyler söylememi bekledin ki ben sükunetimi koruyunca şaşkınlık içinde ''Bir şey söylemeyecek misin?'' diye sordun.

''Bir şey söylememe gerek yok. Seninle konuşmayı sevmiyorum.''

O an yüzüne bakmıyor olsam bile düş kırıklığının kendine mahsus acı sesini nerede duysam tanırım. Gırtlağından gelen cılız sesin ne ifade ettiğini biliyordum.

''Öyle mi?''

''Öyle. Ben Louis ile konuşmayı seviyorum. Şu an karşımda dikilen bir yabancıdan başka bir şey değil.''

Ve sonra dizlerinin üzerine çöküp kırgınlıkla harmanlanmış şaşkın bakışlarını yüzüme diktin. ''Harry. Bana bak.''

Ben bakmamakta ısrarcı olduğumda ise zorla çenemi tutup sana bakmamı sağladın. ''Harry. Bak bana. Ben Louis'yim. Louis'yim, Harry.''

Gözyaşlarımı dizginlemeye çalışırken başımı iki yana salladığımı hatırlıyorum. ''Değilsin. Canımı yakmaktan çekinmeyen, Louis'nin yerine geçmiş bir hayaletten başka bir şey değilsin sen.''

Sesini duymama gerek yoktu çünkü cümlemi söylerken tam da mavi gözlerinin içine bakıyordum. Kırıldığını görmemek için kör olmak gerekirdi. Sonra kasırga öncesi sokaklara yayılan acı sükuneti anımsatan bir sakinlikle ayağa kalktın.

Kırılma sesini duyduğumda şok dalgası ile öylesine sarsılmıştım ki neler olduğunu idrak etmem birkaç saniyemi aldı. Bağırıyordun. Ne dediğini hiçbir şekilde anlayamıyordum. Tek gördüğüm ağladığın, bağırdığın ve beni sarstığındı. Çılgınlar gibi hıçkırıyordun.

Gözlerim şaşkınlık ve korkuyla fal taşı gibi açılmıştı.

Sana sarılmak ve seni kötü hissettirdiğim için özür dilemek istedim ama buna müsaade etmek bir yana dursun, sana dokunmama fırsat bile vermedin.

''LANET OLSUN! LANET OLSUN!''

''Louis, sakinleş! Özür dilerim, sakinleş!''

Nihayet bir yol bulup sırtını göğsüme yasladım ve hareket eden kollarını kendi ellerimin içine hapsettim. Yine de hareket etmeyi bırakmadığın için zaten güçsüz olan dizlerim bunu kaldıramadı ve - ikimiz de yerdeydik işte.

''KATLANAMIYORUM! DAHA FAZLA DAYANAMIYORUM!''

''Louis!''

Ahşap parkelerin üzerinde devrilmiş yatıyorduk, sonunda sustun ve geriye hıçkırıkların kaldı.

''S-sen...''

Konuşmak istedin ama öyle çok hıçkırıyordun ki nefes almaya bile fırsatın yoktu. Sırtım sert zeminden dolayı ağrırken seni göğsüme çekip sıkı sıkı sardığımda içimi bir korku kaplamıştı. Damarlarımda dolaşan adrenalin ve yaşadığım korkunun şokuyla seni öylesine sıkı tutuyor, başını göğsüme öylesine sert yaslıyordum ki hıçkırıkların geçtiğinde nefes alamama nedenini bu olduğunu anlamam biraz zaman aldı.

Sonunda konuşabildin. ''Bana sırtını d-dönemezsin. Bu sefer olmaz. S-sen değil.''

how i lost you |l.sHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin