sanguinem luna

973 87 89
                                    

Büyük bir gürültüyle çalkalanan Seul sokakları, o gece iki gencin kader macerasının bir parçası olacağından habersiz insanlarla dolup taşarken, Itaewon'un en meşhur kemancısının yer aldığı sahneyi izlemek üzere yola çıkmıştı Jeon Jungkook.

Günün getirdiği yorgunluk ve avına bu denli yaklaşmış olmasının vermiş olduğu şevk damarlarında kaynayan adrenalini kuvvetlendiriyor, bir an önce kemancı güzeline kavuşmayı dileyerek adımlarını hızlandırıyordu.

Yürümek pek de adeti değildi aslında, insanlardan pek haz ettiği de söylenemezdi. Ancak o gece ilahi bir ses tam da bunu yapmasını fısıldamışçasına yürüyerek hedefine varmayı düşlemişti.

Saat epey de geç olmaya başlıyordu. Itaewon'un en işlek olduğu saatlerdi. Adımları gitgide hedefine ulaşırken adamın güzel yüzünde pervasız bir gülümseme belirdi, yine nedenini bilmezken.

Mekana vardığı sırada şöyle bir üstünü inceleme gereği duydu. Fazla özendiği söylenemezdi, siyah tişört, siyah pantolon ve asla çıkarmadığı aile mirası hançer detaylı kolyesi vardı yalnızca. 'Aman.' dedi umursamadığını belli eder bir tonda. 'Önemli olan iş.' Haklıydı da, onun için tek önemli olan şey, işiydi.

İçeri girdi, kehribara çalan gözleriyle ortamı süzerken bir yandan da kemancısını arıyordu. Şık giyinimli, mekanın sahibi olduğu fazlasıyla belli olan orta boylu genç kadın oturacağı masaya doğru ona eşlik ederken, kadın yalancılığının getirmiş olduğu heyecana yenik düşme gafletini göstererek konuşmaya başladı.

"Şey, efendim mekanın kemancısıyla özel olarak ilgilendiğinizi duydum. Kendisi biraz.. Nasıl desem.. Biraz fazla sessiz ve işlevsiz birisidir, size zorluk çıkarmasını istemem. Eğer isterseniz onun yerine size başka birini..." kadın sözlerine devam edecekken gözleri karşısındaki adamın gözlerine bakma cesaretini göstermiş ve korkudan diyeceği tüm kelimeleri yutmuştu. Adam öyle sert ve tiksindiğini belli eden bir bakış atmıştı ki kadına, kadın o an yeryüzünden silinmeyi her şeyden çok istemişti. Masaya vardıklarında zar zor 'İyi eğlenceler dilerim efendim.' dedikten sonra hızla mekandan dışarı çıkmış, adama bir daha gözükmemeyi kendine kural bellemişti.

Işıklar kararmış, konuşanlar sesini kesmiş ve adamın tüm gece beklediği an nihayet gelmişti. Kemancı, nihayet sahneye çıkmıştı.

O an sanki tüm kainat susmuş pür dikkat kemancının çaldığı romantik ezgili konçertoyu dinliyordu. Öyle güzel ve ustaca çalıyordu ki, Jeon Jungkook canını tam o an ona armağan edebilirdi.

Beşinci pozisyonun getirdiği tiz sesle başlayan parça insanın önce tenine sonra kanına ince ince karışırken alev alan tüm duyguların getirdiği sarhoşluk, tüm uyuşturuculara bedel sayılabilirdi.

Ortam karanlık olduğu ve çalan kişinin üzerinde simsiyah bir takım olduğu için yüzü pek seçilemiyordu. Zaten kimse de o sırada onun yüzüne dikkat etmiyor, herkes yaptığı sanatın harmonisinde savrulup gidiyordu.

Parça bitmek üzereydi, Jungkook bulunduğu sarhoşluktan sıyrılmaya çalıştı ve hayatının en büyük hatasını yaparak kemancının az bir ışıkla aydınlanan suratına baktı.

Çok güzel bir adamdı, fazla güzel. Jeon Jungkook'un sınırlarını aşan bir adamdı. Birden tüm hatlarını incelerken buldu kendini, yüzü kadar güzel bir fiziği olduğu su götürmez bir gerçekti. 'Keşke..' diye düşündü. 'Keşke onunla başka bir yerde ve başka bir zamanda karşılaşsaydık. Bu adamın kusursuzluğu ölümün canını yakacak kadar fazla.' Ve inanır mısınız, tam da o an parça bitmiş ve kemancının gözleri her şeyden habersiz anlık bir büyüyle onun gözlerine bakmıştı. Tarihin tüm sihirli kelimelerini sakladığı tek bir göz teması çoktan yetmişti iki yaralı yüreği daha da yakmaya.

retro | taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin