vinctus anima

167 30 69
                                    

(Low - Lullaby)

Işık

Sesler

Karanlık

Çıt yok

Korku.

Boşlukta kaybolup gitmekteysen eğer ruhun da kaybolmaya meyillidir. Çöllerde yaşamış münzevi bir adamın soğuğun mücadelesiyle kavrulması onun hiçliğini nasıl kuvvetlendiriyorsa, insanın yalnızlıktaki acısıyla baş edişi de aynı kapıya çıkar. Gitgellerde yalpalana yalpalana yürümeye çalışırken kaybeder ruh, çığlığının son ses tellerini. Uçsuz bucaksız bir yolun şarampolüne yuvarlanmak üzereyken kurtarılmaya muhtaç kimsesiz sen ve seni kurtarmaya yanarak senin yokluğunda kendini yitiren sana aç bir yürek. Ne kusursuz bir tezatlık ve ikilem, ne de can yakan bir denklem; yalnızlığın tanımı gibi.

Yapayalnız hissediyordu Jimin. Sesi, yüreği hepsi sökülüp alınmış gibiydi. Gözlerinde ve başında kuvvetli bir ağrı hüküm sürmekteyken alnından dolgun dudaklarına doğru ilerleyen ter damlacıkları gördüğü sanrılarla boğuşmaktan çekinmemekte ve canını daha da yakmaktaydı.

Yavaş yavaş gözlerini açtı. Zifiri karanlık ortamı tek aydınlatan kaynak hafif aralıktan yayılan mum ışığıydı. Başını tuttu. Çok canı yanıyordu. Neredeydi? Nasıl gelmişti buraya? Hatırlamaya çalıştı. Nasıl buraya geldiğini bulmalıydı.

Yoongi gittikten sonra camı kapatmamış yatağına doğru gitmişti. Uykusu kaçmış olsa da gözlerini kapatarak düşlemeye başlamıştı güzel günleri. Zaman ilerlemişti, vakit gece yarısını biraz geçmiş olsa gerekti. Bir ses duymuş, yatağından hemen doğrulmaya yeltenmişti ki burnundan boğazına doğru ekşi, acımtırak bir koku ilerlemeye başlamıştı. Neydi hep yaktığı tütsüsünün çiçeği? Nilüfer miydi? Evet evet nilüferdi. Ancak bu kokunun onunla alakası yoktu. Göl perilerinin onu hep uzak durması adına uyardığı, bataklıklarda yetişen kara lotusu andıran bir kokuydu bu. Yani nilüferin tam zıttı olan lanetli çiçekti. Birisi büyünün iyi yanını temsil ederken öteki kara büyünün en yakın dostuydu. Bilincini yavaş yavaş kaybederken lotusun hayal dünyasında uzunca bir gezintiye çıkmıştı. Son gördüğü şey ise kukuletalı bir adamın suratındaki alnının tam ortasında kocaman bir";" işareti olan maskeydi.

Korkmuştu. Çok korkmuştu. Kim onu neden kaçırsındı? Babasının düşmanları mıydı yoksa onu kaçıran? Fakat babası suça bulaşan bir adam değildi ki. Kimdi o zaman.. kim olabilirdi? Düşündükçe boğulacak, aklını kaçıracak gibi hissediyordu.

'Bir şeyler yapmalıyım.' diye düşündü. 'Buradan kurtulmam gerek.'

Yerinden doğrulmaya çalıştı. Biraz zorlansa da başarmıştı. Gözleri karanlığa alıştıktan sonra etrafı inceledi. Bulunduğu yerde bir yastık, bir örtü ve bir testi su vardı. Boğazında nahoş bir kuruluğun varlığını hissedince testiye uzandı. Sanki günlerdir suya aç kalmış gibi kana kana içti. Testiyi bıraktığında gözleri karardı bir an. Eliyle başını tuttu. Neyin nesiydi bu rahatsızlık verici his? Bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyor ve bundan son derece huzursuz oluyordu.

Kendini zorlayarak yerinden kalktı. Işığın kaynağı kapıya doğru gitmekti amacı. Belki o zaman buradan çıkabilirdi. Bir miktar ilerlediği vakit yürüyüşü aniden kısıtlanmış, sendeleyerek yere düşmek üzereyken kitaplığa tutunmuştu. Kaşlarını çattı. Ne olmuştu öyle? Neden yürüyemiyordu? Gözleri zarif ayak bileğine takıldı. Buğday tenini saran zincir biraz önce kalktığı yere doğru boylu boyunca uzanmaktaydı. 'Harika!' diye bağırmak istedi o an. 'Bir de beni zincire vurdunuz öyle mi?'

Çıt çıkarmamaya özen göstererek biraz önce kalktığı yere doğru geri döndü. Eğer onun uyandığını anlarlarsa başı daha da derde girer diye düşünmekten kendini alıkoyamadı. Zeki bir çocuktu, kafası çalıyordu. En azından şimdilik.

retro | taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin