sepultus secreta

173 25 106
                                    

(Ludovico Einaudi - Song For Gavin)

Durun.

Önce bir soluklanın hayata karşı.

Nedir hayat?

Hayatı önemsediğinizi düşündüğünüz elbet olur, misafir olduğunuz bir bedende kendinize ait olup olmadığını bilmediğiniz bir hiçlikte onu, hayatı, yaşamaya çalışır, ona karşı savaşmayı amaçlarsınız. Nitekim ipler sizin elinizde değil, onun elindedir. Bu paradoksa bir dur demenin anahtarıysa ruhun sonsuzluğa olan açlığında yatmaktadır; ölüme olan mutlak tutkusunda. Ancak ne yazıktır ki ölümü kandıramazsınız, zira ölüm hissizdir.

Yaşam ve ölüm, evrenin en klişe tezatlığının birbirine duyduğu aşk masalı kadar sahtedir aslında tüm gerçekleriyle. Yaşam, ölümle olan münasebetiyle burun buruna geldikçe ölüm gizli metresine koşmaya devam eder, kaderin asıl başrolüne, cennet ile cehennem arasındaki o ince gizli buza; arafa. Araf dengedir, griye sığınan. Ne hayat kadar beyaz, saflık denen illete bulanmıştır, ne de ölüm kadar karalara kuşanmış, ying ve yangın uyumunun birebir sembolize edilişine kavuşmuş.

Jeon Jungkook'un bu kaderindeki rolü ise tamamen bu amaca odaklanmıştı.

O ise düşünüyordu.

Ayakları ömrünü doğaya hediye etmiş onca yaprağı ezerek hararetle ilerlerken o hiç durmadan düşünüyordu.

Duyduğu sözcüklerin beyninde duraksamadan dönüp duruyor oluşu keyfinin varlığını arzuyla ortadan kaldırmıştı.

"Prensimizi kaçırdılar. Öldürecekler."

Neydi bu sözlerin anlamı? Park Jimin nasıl bir büyücü olabilirdi? Mümkünatsızdı. Yeryüzündeki tek büyücü kanı taşıyan insan evladı, Kim Namjoon'du. Başka birinin varlığı söz konusu dahi olamazdı.

'Periler kimseye boyun eğmezler, Jeon. Bilmez misin?' Kafasının içinde yankılanan kralının sesi.. nasıl da tatlı bir tınıya sahipti sitemi..

Sinirle haykırdı Jungkook, "Bırakın artık peşimi!"

Ormanın derinliklerine inmeye devam ederken kafasını sinirle iki yana sallamaktan kaçınmamıştı. Dost olduğu vahşi yaratıklardan zerre korkusu olmazken ezbere bildiği yolları çoktan geçip gittiğinin farkında bile değildi.

Hayatın matematiğini sorguluyordu. Onca geçen yıl, onca öldürülen büyücü, hepsi boşuna mıydı? Geriye tek bir çocuğun bile kalmış oluşu, akıtılan kanların masumiyetini heba etmez miydi? Kaosa bürülü benlikleri nasıl kurtulabilirdi ki bu noktadan sonra? Sorular ve sorular. Ömrü boyunca tek yaptığı şey aklının sormuş olduğu sorulara yanıtlar bulabilmekti.

Ancak ne yazıktır ki bu sefer de başarısız olmuştu. Hesaba katmadığı en büyük denklem parçası olduğu yere mıhlanmasına neden kılmıştı.

Yoongi.

Yoongi'ye nasıl söyleyecekti Jimin'in büyücü olduğunu? Söyleyemezdi. Bunu leşini kargalar parçalasa dahi yapamazdı. Bu zayıflığı sergileyemezdi.

"Jeon Jungkook?"

Bakışlarını yerden kaldırdığı an hızla kılıcını çekti ve savunma pozisyonuna geçti. Birilerinin varlığını fark edemeyecek kadar mı dalmıştı? Bir kez daha lanetler savurdu duygularının oluşuna. Biçimli kaşları çatılmış vaziyetteydi.

"Sinirlenecek bir durum yok ortada, Jungkook-ah. Sana zarar vermek istesem seslenmeye lüzum duymazdım."

"Tch." gözlerini devirmekten çekinmedi. "Kim olduğumu bildiğine göre asıl korkması gereken kişi ben değilimdir, öyle değil mi?"

retro | taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin