Atmosferde garip bir tını varlığını sürdürmek adına uğraşırken, perilerin sessizliği, gizlerini aksettirmişti ormana. Diken yapraklı ağaçlardan yaşam ile hiçbir husumeti kalmamış su damlacıkları ölüme âşık bir kadının arzusuna özenircesine yerdeki yeşil çimlerden yoksun çamurlaşmış toprağa doğru dökülürken, diken yapraklar üzerlerindeki ağırlıktan kurtulmanın hazzını yaşamışlardı.
Gün ise güneşin parlak yansımalarından muzdarip, yeni terk edildiği sevgilisi yağmuru özlemle anarak avutuyordu kendini. Güneşin ışıklarını istemeye istemeye paylaşırken yeryüzüyle, hayatının aşkı sandığının ne zaman geri geleceğinin hesabını çoktan yapmaya başlamıştı bile. Bilmiyordu ki, yağmur onu rüzgârla aldatarak günaha boğmuştu kendisini çoktan. Ve yine bilmiyordu ki asıl hakikat gecenin ona olan karşılıksız sevgisinin günün sahte aşkını yerden yere vuracak kuvvette olmasıydı.
Jeon Jungkook, panikten aklını yitirmiş arkadaşını da yanına alarak hızla saraydan ayrılmıştı. Nasıl akıl ettiğine şaşırsa da, neyse ki arkadaşı gizlenerek girmişti de saraya, bir gören olmamıştı onu. Tabi bu onun ne kadar umurundaydı, ayrı bir meseleydi elbette.
Güneşin azametini yüzüne vuracak kudretteki göz bebeklerini, ağlamayı yeni kesmiş bulutlarda gezdirdi. Dışarı çıktıkları ilk anda sabahın daha o saatlerinde şaşılacak derecede bir yağmur yağmaya başlamıştı. Jungkook havanın durumunu anlamlandırmaya yeltenmezken, yaşam, Min Yoongi adına oldukça güç bir hal almıştı.
Havadaki kasvet ciğerlerine, oradan da henüz yarası taze açılmış kalbine ulaşınca, Yoongi'nin hayattan hiçbir beklentisi kalmamıştı belki de.
O gün, geri döneceği vakit valinin konağına, kukuletalı bir adi onun turuncu orkidesini gözleri önünde kaçırmıştı. Ve bunun yaşanmasının tek sebebi ise Min Yoongi'nin vaktinde yetişememesiydi.
Bizzat kendi ahmaklığı yüzünden iki kirli ele teslim etmişti sevdiğini.
Ve kaybetmişti belki de Park Jimin'i, bir daha asla görememek üzere.
Artık kaçıncı kez ettiğini unuttuğu duayla yakardı yine göğe, 'Park Jimin'in varlığının bir mimarı varsa eğer, yalvarırım duysun beni. Korusun onu. İsterse benim canımı alsın ama ona bir şey olmasın. Söz veririm ki, istediği vakit canım onundur. Park Jimin'i koru, Tanrım.'
En yakın arkadaşının bu hallerini görmek Jungkook'un duygularını (?) rahatsız ederken onun bu zayıflığı gözlerini yaşartmıştı. İçinde herhangi bir pişmanlık bulunmuyorken tek temennisi Taehyung'un haberi olmadan her şeyi çözüme kavuşturmaktı.
Düşüncelere dalmışken, birden gözleri takıldı genç hizmetkârın, yağmur damlalarının beslediği yeni yeşermiş kızıl bir tomurcuğa. İlk günlerini hatırladı en yakın arkadaşıyla olan, birlikteliklerine dair ilk anılarını..
FLASHBACK, 10 küsür yıl önce,
Küçük çocuk ufacık gözlerini sanki mümkünmüş gibi daha da kısarken gökyüzündeki kırlangıcı elindeki çakı izleri henüz taze olan sapanla hedefine almaya çabalayarak takip ediyordu. Onu vurduğu vakit klanında alacağı övgü ve şöhretin büyüsüne kapılmış, alacağı canın kıymetini bilmezden gelmişti. "Sakin ol, yapabileceğini biliyorsun. Odaklan Jungoo, odaklan. Odaklanırsan halledebilirsin."
"Aptalsın herhalde, kendi kendine konuşan bir avcı nerede görülmüş?"
Korkudan nişan aldığı sapanını birden uzağa fırlatan küçük çocuk, arkasından ona yaklaşan kendisinden en fazla birkaç yaş büyük olan oğlana bakıyordu sinirli sinirli. "Senin yüzünden kaçırdım işte. Sana ne ki benim avcılığımdan?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
retro | taekook
Fantasy"Siz birbirinizin ezelden beri kaderisiniz. Doğacak krallığın kaderi ise kanlı ayla bağlanan ruhlarınızda saklı...'" #taekook #yoonmin #namjin