Savaştan on yıl kadar önceydi. Busan'da kaldığım küçük bir pansiyonda, masamızda aniden beklenmedik bir kavga cereyan etti.
Çoğu insanın muhayyilesi zayıftır.
Kendilerine dokunmayan, keskin ucu duyularına kadar sertçe işlemeyen hiçbir şey kendilerini alakadar etmez.Fakat gözlerinin önünde yaşananlara kayıtsız kalamazlar. Kayıtsız kalamayacak kadar meraklı, burunlarını olur olmadık her şeye sokacak kadar kurcalayıcıdırlar.
İşte o zaman, kayıtsızlıklarımızın yerini yersiz ve aşırı bir hiddet alır.
-
Zaman zaman yemeklerde bir araya gelen ve etliye sütlüye karışmayan insanların oluşturduğu, genellikle önemsiz mevzuların konuşulduğu, birbirine küçük şakalar yapan ve yemekten sonra dağılıveren meclisimizde de böyle oldu.
O gün, bir arada olması gerekenden çok daha uzun süre kaldık.
Çünkü tanık olduğumuz ve hatta karıştığımız şiddetli münakaşa, bizi oturduğumuz yere çakılı kalmaya zorladı.İtiraf etmek gerekirse küçük cemiyetimizi zıvanadan çıkaran olay yeterince garipti.
Yedimizin kalmış olduğu bu pansiyonda, ortak bir bahçemiz vardı.
Bahçemiz, bizim kaldığımız pansiyon ve pansiyonumuzun yanındaki villa görünümlü otelle birbirine bağlıydı. Otel, kaldığım pansiyona göre bir hayli tuzluydu. Bir öğrenci olarak karşılayabileceğimin çokça üstündeydi.
Yine de ortak bahçe, otelin misafirleriyle sürekli temas halinde olmamızı sağlıyordu.Otel, bir gün önce vuku bulan bir skandalla çalkalanıyordu.
Öğlen treniyle saat 12.20'de genç ve zengin bir koreli otele gelmiş ve kıyı şeridini gören odalardan birini kiralamıştı.
Sadece dışarıdan zarif görünmesinden değil, bununla birlikte, sıra dışılığı ve yakışıklılığıyla da dikkatleri cezbediyordu.
Yüzü genç bir kızın yüzünü andırıyordu. Alnını yumuşak saçları süslüyor, hassas bakışlarıyla baktığı her şeyi okşuyordu.
Özetle, Tanrı'nın kutsadığı insanlardan biriydi. Aydınlık çehresi, gençliğin verdiği canlılıkla diğer insanların ilgisini çekmesi ona başka bir güzellik katıyordu.
Varlığı, otelin çoğu yaşlı ve hastalıklı müşterilerine iyi geliyordu; hayat dolu tavırları ve zindeliğiyle oteldeki herkesin muhabbetini kazanmıştı.
Gelişinin uğurlu ve kutsal bir olay olduğunu düşündürmüştü.
Hepimize.Ama yanıldığımızı anlamamız çok uzun sürmedi.
Çünkü o, gelişiyle otelimizin sessiz ve sakin aurasını yerle bir etmiş, hepimize saf bir öfke bahşederek ortalıktan sessizce kaybolup gitmişti.
-Saat altıda postaneye mektup teslim etmeye gittiğimde, ona tesadüf ettim.
Pansiyonumuzun ikiye bölünmesine sebep olan kişiye.Özür dilemek zorundaymışçasına telaşla bana doğru yöneldi ve acilen çağrıldığını, bir iki güne geri döneceğini söyledi.
Gerçek bu değildi.
O gece, saat on bir civarıydı, apansız bahçeden odama doluşan çığlıkları ve haykırışları duyduğumda, odamda bir kitabı bitirmek üzere oturuyordum.
Yan taraftaki otel binasında gözle görülür bir hareketlilik vardı. Meraktan ziyade kaygılı bir şekilde merdiven basamaklarını hızla indiğimde müşterileri ve otel çalışanlarını telaş içinde koştururken buldum.
Kocası Namjoon her zamanki dakikliğiyle, Namurlu arkadaşıyla domino oynarken, eşi Hoseok her akşam çıkmış olduğu gezintiden dönmemişti.
Normal şartlar altında geçirdiği diz sakatlığı yüzünden yavaş hareket eden Namjoon, bir boğa gibi kısılmış sesiyle,
"Hoseok! Hoseok!" Diye gece karanlığında bağırıyor, sesi yara almış bir hayvanın ölürken çıkardığı sesleri andırıyordu.
Bu esnada çiftin evlat edindiği iki kız çocukları da uyanmış, gecelikleriyle pencerelerinden ağlak gözleriyle babaları Hoseok'u arıyorlardı.
Sonrasında sözcüklerle dile getirilmeyen korkunç bir şey oldu; çünkü olağanüstü durumlar davranışlar üzerinde öyle bir etki yapar ki, ne bir sözcük ne de bir resim durumu tasvir etmek için kâfi gelir.
Namjoon, yüzündeki yorgun ve acımasız ifadeyle gıcırdayan merdiven basamaklarından indi.
Elinde bir mektup vardı.
"Herkesi geri çağırın." Dedi.
"Herkesi çağırın, aramaya lüzum yok. Kocam beni terk etmiş."Öldürücü bir darbe almış adamın tavrında öyle olağanüstü bir hal vardı ki, meraktan yanıma sokulmuş insanlar birdenbire ürküp, utanç ve şaşkınlık içinde geri çekildiler.
Yanımızdan hızlıca geçip gitti.
Sonrasında vahşi bir hayvanın hıçkırıkları, daha önce hiç ağlamamış bir adamın ağlama sesi işitildi.Kısa süre sonra bay Hoseok'un tek başına değil, otelimize gelen yakışıklı, zengin ve genç koreli Yoongi ile kaçtığı anlaşıldı.
Terasta geçirilmiş olan iki saat, bahçede beraber içilen siyah kahve, otuz üç yaşındaki son derece namuslu bay Hoseok'un kocası ve çocuklarını bir gece ansızın terk etmesini ve tanımadığı yakışıklı bir delikanlının peşinden gitmesine yeterli olmuştu.
Fakat pansiyondaki insanlara göre, durum böyle değildi.
Onlara göre Bay Hoseok'un bu genç adamla uzun süredir devam eden gizli bir birlikteliği vardı.
Genç Yoongi'nin oraya gelişi ise planlarını kesinleştirmek içindi.Çünkü onlara göre namuslu bir adamın üç saatlik bir süreç içerisinde böyle bir bu duyguya kapılıp gitmesi mümkün değildi.
Ben ise onlar gibi düşünmüyordum.
Bütün enerjimle, uzun yıllar hayal kırıklıklarıyla, sıkıcı bir evliliği sürdürmeye çalışmış bir adamın, hayat enerjisiyle dolu birinin çağrısına tepkisiz kalamayacağını savundum.
Ve böyle düşünen tek ben değildim.
Benim gibi düşünen biri daha vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
24 Hours | Jikook ✓
FanfictionAdını dahi bilmediğim bu yabancı adam şimdi uyanacak ve benimle konuşacaktı. Yapmam gereken tek şey o uyanmadan giyinip kaçıp gitmekti. Ona görünmemem, onunla daha fazla konuşmamam gerekiyordu. DİKKAT! Bu kitap, Stefan Zweig tarafından yazılan Bi...