Şemsiyeyi açtım, bana yanaşıp koluma girdi. Bu ani güven hoşuma gitti, hatta yüreğimin ta derinlerine işleyecek kadar ürperdim.
Kumarhaneyi arkamızda bırakalı birkaç adım olmuştu fakat bu adamla ne yapacağımı, onu nereye götüreceğimi bilmediğimi fark ettim. Çabuk bir şekilde düşünüp en iyisinin onu otele götürmek, evine dönebileceği kadar para vermek olduğunu aklımdan geçirdim, sonrasını düşünmedim.
Faytonlardan birini durdurdum. Faytoncu gideceğimiz yeri sorunca, ilk etapta söyleyecek bir şey bulamadım fakat sonra aniden yanımdaki sırılsıklam adamla iyi bir otele alınamayacağımızı düşündüm.
Tecrübesiz biri olarak, söylediklerimin yanlış anlaşılacağını düşünmeden,
''Herhangi sıradan bir otele.'' dedim.
Sessizlik dolu bir yolculuğa adım attık.
Bu sessiz beraberliğin garipliğini ve dehşetini dağıtmak için herhangi bir sözcük arıyordum fakat aklıma söyleyecek bir şey gelmiyordu. Bir kaç dakika sonra fayton durdu, faytoncuya parasını vermek için önce ben indim, arkamdan uyumak üzere olan genç adam inip kapıyı kapattı.
Küçük ve yabancı bir otelin kapısında duruyorduk.
Yanımdaki adam göçmüş bir şekilde istemsizce duvara yaslanmıştı. Islak şapkasından ve elbiselerinden yağmur suları damlıyordu. Boğulmak üzereyken nehirden çıkarılmış ve şuuru henüz yerine gelmemiş biri gibi öylece duruyordu ve yaslandığı yerden damlayan yağmur sularından küçük bir gölet meydana gelmişti. Elbiselerindeki, şapkasındaki, alnındaki ve yüzündeki sulardan kurtulmak için en ufak bir çaba göstermiyordu. Hiçbir şeye müdahale etmeden öylece bekliyordu.
Adamın bu kırılganlığının beni nasıl sarstığını size ifade edemem. Fakat şimdi, artık bir şeyler söyleme vaktiydi.
Cebimi yokladım.
''Burada yüz frank var, bu parayla oda kirasını ödeyebilir ve yarın Daegu'ya dönebilirsiniz.'' dedim.
Şaşkın bir halde bana baktı.
''Sizi kumarhanede izledim.'' dedim. ''Her şeyinizi kaybettiğinizi biliyorum ve korkarım ki bir aptallık yapmak için en iyi yolu tercih etmek üzereydiniz. Size yardım etmeme müsaade etmeniz utanılacak bir şey değil... Buyurun, alın bunu!'
Fakat ondan beklemediğim bir kuvvetle elimi geri itti.
''Sen iyi bir insansın ancak paranı boşa harcama, artık bana yardımın bir faydası yok. Bu gece uyuyup uyumamam benim için bir şey değiştirmeyecek. Yarın her şey bitmiş olacak. Bana yardım edilemez.'' diye cevap verdi.
''Hayır bunu almalısınız.'' diye ısrarımı sürdürdüm. ''Yarın her şeyi farklı düşüneceksiniz. Uykusuzluktan algılayamıyorsunuz hiçbir şeyi. Şimdi yukarı çıkıp uyuyun. Gündüz her şey daha farklı görünür.''
Fakat parayı ona tekrar uzattığımda, neredeyse sert bir hareketle itti elimi geri.
''Bırak şunu.'' dedi boğuk bir sesle. ''Yüz frankla bana yardım edilmesi mümkün değil, bir frankla da değil. Çünkü elimdeki, son bir kaç frank da olsa yarın tekrar kumarhaneye giderim ve hepsini kaybetmeden de vazgeçmem. Neden yeniden başlayayım ki, yeterince denedim.''
Bu boğuk ses tonu yüreğime öyle bir işliyordu ki...
Bu genç adamın anlamsız direncini kırmak için öfkeye benzer bir kızgınlıkla kolunu tuttum.
''Kesin artık bu saçmalığı! Şimdi yukarı çıkacak ve bir oda tutacaksınız. Sabah erkenden gelip sizi trene bindireceğim. Buradan gitmek zorundasınız, hemen yarın evinize dönmek zorundasınız. Trene biletinizi kesip bindiğinizi görmeden de ayrılmayacağım. Bir insan birkaç yüz frank ya da bin frank kaybettiği için hayatına son vermez, hele ki genç bir insan! Bu yüreksizliktir, bu ahmakça bir öfke ve kızgınlık nöbetidir. Yarın siz de bana hak vereceksiniz.''
''Sen benim hakkımda ne biliyorsun? Ne biliyorsun ki böyle konuşuyorsun?''
Elini zorla tutup banknotları eline sıkıştırdım.
''Parayı alıp doğruca yukarı çıkıyorsunuz.'' dedim ve azimle zili çaldım. ''Şimdi zili çaldım, şimdi görevli gelecek ve siz çıkıp hemen uyuyacaksınız. Sabah dokuzda kapıda sizi bekliyor olacağım, sonrasında sizi tren istasyonuna götüreceğim. Hiçbir şeyi dert edinmeyin. Evinize gidebilmeniz için gerekli olan diğer şeyleri ben halledeceğim. Fakat şimdi gidip yatın, uykunuzu almış olun ve başka da hiçbir şey düşünmeyin!''
Tam o esnada kapı anahtarla içeriden açıldı ve görevli çıktı.
Genç adam birden kızgın bir ses tonuyla, ''Sen de gel öyleyse!'' dedi, çelik gibi parmaklarını bileğimde hissettim. Korktum, en küçük hücreme kadar korktum, felç geçirmiş gibi, bütün duyularımı kaybetmiş gibi, yıldırım çarpmış gibi kalakaldım.
Mücadele etmek, bileğimi kurtarmak istedim. Fakat iradem felçe uğramış gibiydi... anlayacağınız gibi... Orada sabırsız bir şekilde bekleyen görevlinin yanında bir yabancıyla çatışmaya utandım. Böylece kendimi otelin içinde buldum. Konuşmak, bir şeyler söylemek istiyordum fakat boğazım tıkanmıştı sanki...
Kolumda adamın ağır ve muhkem eli vardı... Farkında olmadan beni merdivenlerden nasıl çekip çıkardığını, nasıl bilinçsizce itaat ettiğimi bile tam hatırlamıyorum.
Bir anahtar sesi duydum... Ve aniden, bugün bile adını anımsayamadığım bir otelin yabancı bir odasında, yabancı bir adamla yapayalnız kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
24 Hours | Jikook ✓
FanfictionAdını dahi bilmediğim bu yabancı adam şimdi uyanacak ve benimle konuşacaktı. Yapmam gereken tek şey o uyanmadan giyinip kaçıp gitmekti. Ona görünmemem, onunla daha fazla konuşmamam gerekiyordu. DİKKAT! Bu kitap, Stefan Zweig tarafından yazılan Bi...