Her resim kursu çıkışı Calum'a bir şeyler yapmayı teklif etmeyi alışkanlık haline getirmiştim. Ondan hızlı toparlanır, kendimi kurs binasının dışına atar ve onu beklemeye koyulurdum. Güzel bir Perşembe gününün kurs çıkışı da yine aynı şeyleri yapmış, kapıda Calum'ı bekliyordum. Beni her zaman yaptığı gibi reddedeceğinden emindim, ama pes etmek bana göre değildi. Kim bilir, belki bu gün teklifimi kabul ederdi.
Beklemekten sıkılmaya başlıyordum ki, Calum'ın kurs binasından çıktığını gördüm. Daha az önce aynı ortamda bulunmamıza rağmen kalp atışlarım sanki onu ilk defa görüyormuşum gibi hızlanmıştı. Heyecan içinde benim olduğum tarafa yürümesini izledim. Sanki yol hiç bitmiyormuş gibiydi. Yürüdü, yürüdü, yürüdü ve ben tam önümde durmasını beklerken, yüzüme bile bakmadan yanımdan geçip gitti. İçimdeki yoğun beklenti yerini hayal kırıklığına bırakırken arkamı dönüp koşar adımlarla ona yetişmeye çalıştım.
"Hey, Calum," dedim aramızdaki mesafeyi kapattığımda. "Nasılsın?"
Kaşlarını çattı ve göz ucuyla bana baktı. "İyiyim."
"Ne güzel." Öyle hızlı yürüyordu ki onun yanında yürümeye devam edebilmek için kocaman ve hızlı adımlar atmam gerekiyordu. "Şey... Ben de iyiyim. Sormadın ama ben yine de söyleyeyim dedim."
Kafasını sallayıp hiçbir şey söylememeyi tercih edince, "Bugün hava ne kadar güzel, değil mi?" dedim gülümseyerek. İlk önce gri bulutlarla kaplı, güneşin hiç gözükmediği gökyüzüne baktı, sonra bakışlarını indirip dik dik suratıma baktı. "Güzellik anlayışın epey tuhafmış."
Kıkırdadım. "Teşekkürler."
Bana dik dik bakmayı sürdürdü. "Bu bir iltifat değildi."
Omuz silktim. "Bence öyleydi. Bu yüzden teşekkürler."
Derin bir iç çekip bakışlarını üstümden çekti. "Beni bu sefer nereye davet edeceksin?"
"Piknik yapmaya gidebiliriz diye düşünmüştüm." Ona ayak uydurmakta zorlanmaya başladığım için başka bir konuya değinmek zorunda kaldım. "Ama ondan önce... Azıcık yavaş yürüyebilir misin?"
"Bir yere yetişmeye çalışıyorum," dedi sert bir şekilde. Yüzünde bulunduğu durumdan hiç de hoşnut olmadığını belli eden bir ifade vardı. Pek takmadım, çünkü beni dinleyip adımlarını yavaşlattı.
"Pikniğe ne diyorsun?" Beklentiyle yüzüne baktım. Dağınık, koyu renk saçları, kirpikleri, gözleri, dudakları... Ayrı ayrı da, bütün halinde de öyle güzeldi ki, bir şeye takılıp düşme riskini göze alıp uzun süre hipnotize olmuş gibi ona bakmayı sürdürdüm.
"Arkadaşlarımla buluşacağım." Bunu söylerken yüzüme bir an olsun bile bakmamıştı. "Buluşmasaydım bile, hava piknik yapmaya hiç uygun değil zaten."
"Havanın nesi var ki?"
Yüzünü buruşturdu. "Birazdan yağmur yağacak."
"Yağmur yağmadan önce bunu anlayabiliyor musun?" Ağzım hayretle açıldı. "Sadece dünyanın en güzel erkeğine âşık olduğumu sanıyordum, ama sen aynı zamanda bir kâhinmişsin de!"
Dudağı küçük bir gülümsemeyle kıvrıldı ve yemin ediyorum, bu hayatımda gördüğüm en güzel şeydi. Keşke beynimin fotoğraf çekebilme gibi bir özelliği olsaydı da, bu görüntüyü sonsuza dek belleğimde koruyabilseydim!
"Kâhin değilim," dedi yüzündeki gülümsemeyi saklamaya çalışarak. "Sadece hava durumunu takip ediyorum."
"Sorun değil." Ona karşı içimde beslediğim hayranlığın taşmasına engel olamadım. "Bu beni hayal kırıklığına uğratmadı, çünkü kâhin olmayabilirsin, ama hâlâ çok güzelsin."
Ne diyeceğini bilemedi. Bana öylece bakakalırken ona tatlı bir şekilde –tatlı olduğunu düşündüğüm demek daha doğru olurdu– gülümsedim. "Piknik dışında da bir şeyler de yapabiliriz?"
Yüzü ifadesizleşti ve dikkatini tekrar önüne verdi. "Neden asla vazgeçmiyorsun ki?"
"Babamdan öğrendim bunu," dedim gülümsemeyi sürdürerek. "Aşk çok kudretli bir şeydir ve bir sır olarak kalmayı hak etmez. Eğer onu hissediyorsan, içinde yaşamamalı, dışa vurmalısın çünkü bütün kusurları yok sayan, hayatı daha yaşanabilir kılan bu kadar yoğun başka hiçbir duygu yoktur." Biraz duraksadıktan sonra devam ettim. "Yani babam hep böyle söyler."
Calum'ın bir şey söylemesini bekledim, ama o bir şey söylemek yerine birden duruverdi. "Arkadaşlarımla buluşacağım yer burası."
"Benimle gelmeyecek misin?"
Bir an bile düşünmeden, "Hayır," dedi. Benim için pek de üzülüyormuş gibi durmuyordu.
"Peki, sorun değil." Dudak büzdüm. "Yarın yine denerim."
"Evey, lütfen deneme." Bir an önce kaçıp gitmek ister gibi bir hali olsa da, kalıp konuşmaya devam etti. "Babanın söylediklerini dinliyorsun, anladım. Ama aşk tek bir kişi için değildir. Ben sana âşık olmadığım sürece bunların hiçbirinin anlamı yok."
Tek kaşımı kaldırdım. "O zaman bana âşık olamaz mısın?"
"Bunu sanki yapması çok kolay bir şeymiş gibi söylüyorsun..."
"Çünkü kolay! Ben sana hemencecik âşık olmuştum." Öyle hiddetlenmiştim ki, hızlı hızlı konuştum. "İlk önce birini parça parça seversin, sonra bir bakmışsın, bütününü sevmişsin. Bütününü sevdiğinde de ona âşık olmuş oluyorsun işte."
Dediklerimin hiçbiri kayda değer şeyler değilmiş gibi baktı bana. "Sanırım artık gitmeliyim."
"Git," dedim öfkeyle. "Ama bil ki, yarın seni bulup yine bir yerlere davet edeceğim." Ve geleceğini ümit edeceğim.
Yolun karşısına geçip lüks bir kafenin içine girmeden önce ağzından sadece iki kelime döküldü: "Sen bilirsin."
Beni bıraktığı yerde dikilip girdiği kafeye bakmayı sürdürürken düşündüm: Eğer Calum kadar güzel değilseniz, birini kendinize en kısa yoldan nasıl âşık edebilirdiniz?
Üf! Belki de benim için makyaj yapmaya başlamanın zamanı gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
When I look into your eyes ✩ c.h
Hayran KurguEvey, Calum'a âşık ve herkes çok iyi bilir ki, aşk insana çok tuhaf şeyler yaptırır.